HES’LER VE ÇAY TARIMI / Ahmet ATALIK*

Ulaşılabilen resmi kayıtlara göre Anadolu’da çay tarımı yapmaya esas ilk girişim II. Abdülhamit döneminde ortaya çıkmış, getirtilen çay fidan ve tohumlarıyla Bursa’da çay bahçesi kurulmaya çalışılmış ancak ekolojik koşullar nedeniyle başarılı olunamamıştır. Yine Bursa’da 1892 yılında bir teşebbüste daha bulunulmuş, ancak başarılı olunamamıştır. Halkalı Ziraat Mektebi Alisi Müdür Ali Rıza ERTEN 1917 yılında Batum ve Kafkasya’da yaptığı incelemelerde meteorolojik verilerin çok benzemesinden dolayı, dönüşünde Doğu Karadeniz Bölgemizde çay tarımı yapılabileceğine dair bir rapor hazırlamıştır.
İkliminden dolayı diğer tarım ürünlerinin pek yetiştirilemediği Rize ve civarında işsizlik en büyük sorundu ve buna çözüm aranıyordu. Bu amaçla görevlendirilen Zihni DERİN 1923 yılında geldiği Rize’de bazı meraklıların diktiği çay fidanlarının gayet güzel geliştiğini görür. Batum’a düzenlenen bir geziye katılır. Dönüşünde yanında getirdiği çay fidanı ve tohumları ile narenciye ve bazı meyve çeşitleriyle bir fidanlık kurdurur.
1924 yılında çıkarılan 407 sayılı Rize İli ve Borçka Kazasında Fındık, Portakal, Mandalina, Limon ve Çay Yetiştirilmesine Dair Kanun ile ülkemizde çay tarımı güvence altına alınmıştır. İlk çay fabrikası 1947 yılında Rize’nin Fener Mahallesi’nde kurulmuştur. 1963 yılından itibaren Türkiye, çay tüketim talebini yurtiçi üretim ile karşılayabilir duruma gelmiştir.

Ülkemizde çay tarımı ve sanayi faaliyetleri 1938-1948 yılları arasında Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumunca, 1949-1973 yılları arasında ise Tekel Genel Müdürlüğü ve Tarım Bakanlığı işbirliği ile sürdürülmüştür. 1971’de çıkarılan 1497 sayılı Çay Kurumu Kanunu ile çayla ilgili tüm faaliyetler Çay Kurumu’na (ÇAYKUR) devredilmiştir. 1984 yılına kadar devlet tekeli altında sürdürülen çay işletmeciliği bu tarihte çıkarılan Çay Kanunu ile serbest bırakıldı, özel sektör işin içine dahil oldu. Günümüzde ÇAYKUR’un dışında yaklaşık 200 firma bulunmaktadır.
Gürcistan Cumhuriyeti sınırından, Trabzon’un Araklı-Karadere sınırına kadar olan ve yer yer 30 km içeriye kadar giren ve yaklaşık 1.000 m yüksekliğe kadar ulaşan yamaç arazilerden oluşan Karadeniz kıyı şeridi birinci sınıf çaylık bölgesi olarak tanımlanır. Araklı-Karadere’den başlayıp Ordu’nun Fatsa ilçesine kadar uzanan bölge ise ikinci sınıf çay bölgesi olarak tanımlanmaktadır.
Çaylık alanların %62’si Rize, %24’ü Trabzon, %9,5’u Artvin, %4,5’i Giresun ilinde yer almaktadır. Ordu’da da eser miktarda çaylık alan mevcuttur.  Rize’deki tarım alanlarının %95’inde sadece çay tarımı yapılmaktadır. Kalan kısımda ise kivi, fındık ve lahana yetiştirilmektedir. Bu özelliği ile Rize dünyada tek ülkedir.
Dünyada 3,6 milyon ton kuru çay üretimi mevcut olup, Türkiye 200 bin ton kuru çay üretimiyle Çin, Hindistan, Kenya ve Sri Lanka’nın ardından beşinci sırada gelmektedir. Tüketimde ise ülkemiz dördüncü sırada yer almaktadır.
Ülkemizin yaş çay üretimi 1-1,2 milyon ton arasında değişmekle birlikte alımın yaklaşık %55’ini ÇAYKUR, %45’ini ise özel sektör yapmaktadır.
Dünyada 30’a yakın ülkede ekonomik olarak çay üretimi gerçekleştirilmektedir. Çay üreten ülkeler genellikle Ekvator kuşağında yer almaktadır. Çay yetişmesine etki eden en önemli etken iklim ve topraktır. Yıllık sıcaklık ortalamasının 14 OC’nin altına düşmemesi, toplam yıllık yağışın 2.000 mm’den az olmaması ve yağışın aylara göre düzenli olması, bağıl nem oranının ise en az %70 olması çay bitkisinin normal gelişimi için gerekli olan koşullardır.
Rize ve çevresi sahip olduğu mikroklimatik özellik nedeniyle Ekvator kuşağı dışında önemli ölçüde çay yetişebilen tek yerdir. Bölgede kar yağışı da gerçekleştiğinden çaylık alanlarımızda gerek toprakta gerekse bitkide hastalık ve zararlı görülmemekte, tarım ilacı kullanılmamaktadır. Ekvator kuşağında yetiştirilen çaylık alanlarda ise bol miktarda tarım ilacı kullanılmaktadır.
Ülkemizin çaylık bölgesini oluşturan Doğu Karedeniz Bölgemizde mikroklimatik bölgenin oluşmasında elbette esen rüzgarın, alanın deniz kenarı oluşunun, denize paralel ve yakın konumda dik dağların bulunuşunun, doğal bitki örtüsünün-ormanların, derelerin ve yer altı sularının önemi çok büyük.
Son yıllarda büyük tartışmalara neden olan suların ticarileşmesi ve bu kapsamda enerji üretimi adı altında neredeyse ülkemizin tüm akan sularının su kullanım haklarının 49 yıllığına (sonrasında bir 49 yıl daha ve toplamda 98 yıl) özel sektöre devredilmesi, doğanın bize sunduğu mikroklimatik bölgemizi de tehdit eder olmuştur. Ülkemizde yaklaşık 2.000 HES inşa edilecek olup, bunların büyük bölümü Doğu Karadeniz Bölgemizde yer alacaktır.
Her bir akarsuyun üzerinde onlarca yirmilerce hidroelektrik santral (HES) yapılması gündeme gelmiştir. Yörede tek tük de olsa baraj tipi HES planlandığı ilgili kurumların web sitelerinde görülmektedir. Bu barajlarda tutulacak su yöredeki buharlaşmayı artırmak suretiyle hastalık ve zararlıların artmasına ve tarım ilacı kullanılmasına neden olacaktır. Ayrıca akan suyun tutulması yer altı su kaynaklarının beslenmesini, bitki örtüsünü olumsuz yönde etkilemek suretiyle mikroklimatik şartların oluşumuna da zarar verebilecektir.
Bölgede daha ziyade nehir tipi HES’lerin yapılması planlanmaktadır. Bunda su yatağından saptırılarak boru içine alınmakta, yamaçlardan aşağı indirilerek akarsuya verilmeden önce jeneratör çevrilerek elektrik üretilmektedir. Su, yatağına verildiği anda diğer şirketin borusuna girmekte ve neredeyse denize ulaştığı noktaya kadar kimi yerde bu döngü böyle devam etmektedir. Kısacası su doğadan koparılmakta, boru içine hapsedilmektedir. Suyun alındığı ve yatağına verildiği mesafeler zaman zaman 10 km’yi bulmaktadır. Su kullanım hakkı sözleşmesi çerçevesinde suyun %90’ının şirketin kullanımına tahsis edildiği dikkate alındığında doğada kalan %10 suyun bir dengesizlik oluşturacağı açıktır. Dolayısıyla mikroklimayı oluşturmada bir katkısı olan ve zincirin halkalarından biri olan akan su zinciri kırılmış olacaktır.
Nehir tipi HES’lerin oluşturduğu önemli bir olumsuzluk da suyu taşıyacak boruların geçiş güzergahıdır. Çok sayıda endemik (dünyada sadece o yöreye özgü olan başka bir yerde bulunmayan) bitki türlerine sahip Doğu Karadeniz ormanları adeta bir şantiye alanına çevrilmekte, hafriyatlar yamaçlardan aşağı atılarak ağaçlar bu molozların altında kalmakta dere yatakları dolmaktadır. Boruların geçiş alanlarında patlatılan dinamitler ve açılan tüneller için detaylı çalışma yapılmamaktadır. Hatırlanacağı üzere ormanlar doğal barajlardır. Altları su doludur ve akarsuları yıl boyunca yavaş yavaş beslerler. Dikkatsizce sebep olunabilecek bir çatlak bu yer altı suyunun tamamıyla yer değiştirmesi ve derelerin kurumasına yol açabilir.
Çanakkale’de Nisan ayında bir panelde HES’leri anlatırken bir dinleyicinin yaptığı katkı bu olumsuzluğu açık ve net gösterir şekildeydi. Doğu Karadenizli olan dinleyicimiz memleketine izne giderken deniz kenarında mola verir. Dinlenirken bakar ki 200 m ilerisinde bir büyükbaş hayvan sürüsü denizden su içmektedir. Gözlerine inanamaz, kalkar gider, çobana soarar: “Bunlar tuzlu su mu içiyor?” Çoban cevap verir: “Hayır beyim, tatlı su içiyorlar.” Vatandaş tekrar sorar: “Denizde tatlı su ne arar?” Çoban cevap verir: “Beyim, bu dağların her yerinde HES inşaatları var, dozerler çalışıyor, dinamitler patlıyor, tüneller açılıyor. Dereler kurudu, hayvanları sulamaya su kalmadı. Herhalde sular buradan çıktı, tatlı su çıkıyor, hayvanları alıştırdık gelip sularını artık buradan içiyorlar.”
Evet, tüm bu yapılanlar akarsulara, yer altı sularına, ormanlara zarar veriyor. Zincirin kopan halkalarına bu olumsuzluklar da eklendi mi tüm heslerin yapımları başladığında ve devreye girdiklerinde mikroklimatik bölgemizin dolayısıyla çay tarımımızın zarar göreceği kesindir.
Bugün ülkemizde 760 bin ha alanda yaklaşık 204 bin üretici çay yetiştiriyor. Diğer ekonomik faaliyetleri de eklediğimizde yaklaşık 1 milyon kişi geçimini çaydan sağlıyor. Çay ekonomiye 300 milyon dolarlık bir katkı sağlıyor. Rize özelinde yetişebilen tek bitkinin de çay olduğu dikkate alındığında, doğa tahribatı, bozulan mikroklimatik özellik, çay tarımını sona götürecek, bölgede işsizlik yine en büyük sorun olacaktır.
*TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder