“Can Veririm, Kan Dökerim”: Ders Kitaplarında Militarizm [1]

Ordu-Millet Miti ve Özcü Askeri Kimlik Kurgusu:
 “Türkler, en eski dönemlerinden beri askerliğe büyük önem vermişlerdir. Ordu, devletin en temel teşkilâtlarından biri olmuştur. (...) Türkler, yerleşik hayata geçip çeşitli mesleklerle uğraşmalarına rağmen, eski Türklerdeki ordu-millet bilincini her zaman korumuşlardır.” (Çetin, Kutluay ve Avlar, 2006: 80)
 “Tarihte bilinen ilk düzenli ordulardan birisi Türk ordusudur. Türklerin ismi, tarih boyunca “asker” kelimesiyle bir arada kullanılmıştır. Bu yüzdendir ki, ‘Her Türk asker doğar!’ halkımız ve diğer milletlerce yerleşmiş bir cümle hâline gelmiştir. (...) Türkler tarih boyunca “ordu-millet” geleneğini sürdürerek yaşamışlardır. Bu geleneğe göre çocuklar küçük yaştan itibaren askerliğe hazırlanır. Türk devletlerinde her Türk savaşa hazır durumdadır. (...) Bu gelenek Türk sporları okçuluk, cirit, güreş gibi sporlarla desteklenmiştir. Günümüz Türk ordusu da bu geleneğin bir devamı niteliğinde çalışmalarını sürdürmektedir.” (Kolukısa, Tokcan ve Akbaba, 2006a: 70)
İlköğretim ve lise ders kitapları, 16.000 yıllık bir geçmişi olduğu savunulan (Komisyon, 2007: 69) Türklerin tarih boyunca bir “ordu-millet” olduklarına dair -yukarıdakilere benzer- önermelerle doludur. 1930’larda Türk Tarih Tezi ile birlikte resmi ideoloji haline gelen ordu-millet miti (bkz. Altınay ve Bora 2002, Altınay 2004), 2000’lerde ders kitaplarının temeltaşlarından birini oluşturmakta, öğrenciden  Türk dendiği anda “ordu-millet” bağlantısı kurması ve bu “bilinci” devam ettirmesi beklenmektedir.
Ordu-Milletin Erkekleri ve Kadınları:
Zorunlu askerliği tartışılamaz kılan bir diğer etken, bu pratiği çerçeveleyen toplumsal cinsiyet anlayışıdır. Ordu-millet miti, askerlik-erkeklik-devlet arasında  güçlü bağlar kurar ve askerlik üzerinden “hegemonik erkekliği” tanımlar. Burada iki süreç birlikte işler: bir yandan birinci sınıf vatandaşlık erilleştirilirken bir yandan da askerlik “adam olma” yolunda bir ilk adım, hatta erkekliğin olmazsa olmaz koşutu haline gelir. Aşağıdaki alıntıların da gösterdiği gibi erkeklere verilen mesaj son derece nettir:
“Askerlik, her Türk erkeğinin belli bir dönem içinde yapmak zorunda olduğu kutsal bir görevdir. Kahramanlık ve cesaret, Türk ordusunun en başta gelen özellikleridir.” (Aydın, Çakmak ve Genç, 2007: 194)
“Her Türk ailesi, oğlunun günün birinde asker olmasını ve vatan borcunu ödemesini ister. Bu onlar için en büyük gurur kaynağıdır.” (Kolukısa, Tokcan ve Akbaba, 2006a: 70)
“Yüce bir yurt ve millet hizmeti olan askerlik, gençleri gerçek yaşam şartlarına alıştırır ve yetiştirir.” (Komisyon, 2007: 9)
“Kelimenin ilk harfi olan “A” harfi, her şeyden önce askerin yüksek bir ruh yapısına malik olduğunu ifade eder. Bu ruh, yüksek duygu ve düşüncelerle doyurulmuş bir karakteri gösterir. Bu ruhi yapıyı ona kazandıran kaynak, kendini aynı gayeye adamış, kalpleri heyecanla çarpan kişilerin toplandığı asker ocağıdır. Bu ocakta bütün ruhlar temizlenir, geliştirilir ve yükseltilir. Şan, şeref, haysiyet, namus, vatan, millet ve hürriyet gibi yüksek duygularla yoğrularak bütünleştirilir. Bu yolda, hayatı ve ölümü bir hiçe sayan bir ruh yüksekliği, bütün insancıl iyi niyetlerin koruyucusu olarak örnek insan oluşturur.” (Komisyon, 2007: 68)
“En kutsal vazife” ve “Her Türk ailesinin en büyük gurur kaynağı” olan, “gençleri gerçek yaşam şartlarına alıştıran” askerlik, yalnız erkeklere açıktır -üstelik tüm erkeklere de değil.  Kadınlar, vicdani retçiler, sakatlar, eşcinseller (ki son ikisi askerlikten “çürük” addedildikleri için muaftırlar) “yüce bir yurt ve millet hizmeti” olan askerliği yap(a)madıkları için ne ailelerinin “en büyük gurur kaynağı” olabilirler, ne ruhları “temizlenir, geliştirilir ve yükseltilir,” ne de “en kutsal vazife”yi yerine getirmiş “makbul vatandaşlar” (bkz. Üstel 2004) olabilirler.
Savaşın/Şiddetin Sıradanlaştırılması, Olumlanması, Yüceltilmesi:
“Savaşın kaçınılmazlığı” teması, hem doğrudan ifade edilen bir görüş, hem de kitapların (özellikle Tarih ve Milli Güvenlik Bilgisi kitaplarının) ana çerçevesini çizen bir varsayım olarak çıkıyor karşımıza. Örneğin, Milli Güvenlik Bilgisi kitabındaki bir okuma parçasında, savaşın ve şiddetin kaçınılmazlığı şöyle anlatılıyor: 
“İnsanlar hayat sahnesinde var oldukça, aralarındaki mücadele de devam edecektir. Harp denen bu toplumsal mücadelenin değişmeyen tek önemli ve hakim aracı, her yönüyle gelişmiş olan asker adını verdiğimiz insandır. Mesleğin adının, asker kelimesinden türeyerek alınmış olması da mesleğin insanla bütünleşmiş olduğunu gösterir.” (Komisyon, 2007: 69)
“Vatanseverliğin en büyük hareket unsurlarından, güç kaynaklarından olan vatan fikrini gönüllerden uzaklaştırmak, hakları korumanın en etkili araçlarından olan ateşli silahları, ellerden almaya benzer. Bir millet; vatan sevgisinden nefesini ayırırsa ve vatanını sevmezse, çok zaman geçmez, vatanını, vatan sevgisiyle dolu olan başka milletlerin istilası altında görür.” (Komisyon, 2007: 73)
Bu ve benzeri ifadelerde “toplumsal mücadele” kaçınılmaz olarak “savaş”la özdeşleştirilmekte, “hakları korumanın en etkili aracı” olarak “ateşli silahlar” gösterilmekte; insanlar/toplumlar arası sorunların “barışçıl” çözümü ve (insan hakları mücadelesinde olduğu gibi) “şiddetsiz” hak savunması bir imkansızlık olarak kurgulanmaktadır.
Savaşın kaçınılmazlığı, söylenenlerden öte, ders kitaplarının paradigmatik çerçevesini kuran bir şemsiye varsayımdır. Gerek dünya tarihi, gerek “milli” tarih bir savaşlar tarihi olarak sunulur. “Türk” tarihi açısından savaş yalnızca kaçınılmaz değildir, aynı zamanda, ordu-millet mitiyle şekillenmiş kimliğin kurucu bir öğesi, hatta bir “arzu” nesnesi, bir “ideal”dir. Tarayıcı Sinan İlter’in ifadesiyle, “öğrenciye verilen mesaj gayet açıktır: Senin şanlı bir tarihin var, bu tarihi şanlı kılan da savaşlar, yani şiddettir.”
“Türk milletinin tarihinde savaş; vatan ve millet çıkarlarının korunması bakımından kutsal bir ödev olarak kabul edilmektedir.” (Aydın, Çakmak ve Genç, 2007: 194)
“Boyun eğmeyeceğiz. Zira öteden beri Türkler kuvveti takdir eder. Tâbi olmayı hakir görürler. Savaşçı süvari hayatımız sayesinde, adı yabancıları titreten bir millet olduk. Biz ölsek de kahramanlığımızın şöhreti kalacak. Çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaklardır.” (Çetin, Kutluay ve Avlar, 2006: 13)
 “Evrensel uygarlık tarihinde karargâh yönetimi ve karargâhı yönetecek personel için ilk eğitim merkezi, Türkler tarafından günümüzde Kazakistan sınırları içerisinde bulunan Uluken Vadisi’nde Sülyek’te açılmıştır.” (Komisyon, 2007: 69)
“Türk toplulukları yaşadıkları çağlara göre, yüksek bir savaş yeteneğine ve gelişmiş savaş teknolojisine sahiptiler.” (Gündoğdu ve Bulduk, 2007: 84)
“Abbasi Devleti’nde Türkler, devletin en güvenilir kuvveti durumuna gelmişti. Eyaletlerde çıkan pek çok ayaklanmayı Türkler bastırmıştı. Yiğitlikleri, ahlâkları, yaşayışları, görünüşleriyle devrin aydınları arasında, Türk sevgisi ve hayranlığı başlamıştı. Müslüman yazarlar, yapıtlarında yer yer Türklerin savaşçılıklarını anlatıyorlardı.” (Gündoğdu ve Bulduk, 2007: 93) 
Bu alıntıların hepsinin ortaklaştığı nokta, tarih boyunca tekil bir özne olarak varolduğu varsayılan Türklerin savaşçı bir karaktere sahip oldukları, tarihlerinin bir savaşlar tarihi olduğu ve bundan gurur duyulması gerektiği. Bu savaşlar, tarihi fetih ve cihad da içermekte; “savunma” amaçlı sunulan savaşlar kadar fetih ve cihad amaçlı savaşlardan da övgü ile bahsedilmekte; “diğer kavimlerin efendisi olmak” veya “fetih arzusu”, Türklükle ilişkilendirilen özellikler olarak sunulmaktadır:[2]
Orta Asya’dan göçlerin nedenleri arasında: “Türklerin yeni yurtlar edinmek istemesi (fetih arzuları)” (Maden, Kablan ve Sever, 2007: 42)
“Türklerin İslamiyeti Kabul Etme Nedenleri” arasında: “İslamiyetteki cihat anlayışının, Türklerin yeni ülkeler fethetme idealiyle birleşmesi” (Maden, Kablan ve Sever, 2007: 103)
“Türkler İslâmiyeti kabul ettikten sonra, bu dine samimiyetle bağlanmış ve hizmet etmişlerdir. Öyle ki, Karahanlılar Müslüman olmayan Basmıl ve Yabakular ile, Selçuklular ise Oğuz Yabgularıyla, soydaşları olmasına rağmen savaşmışlardır. Tür-İslâm [sic] devletleri din uğruna kâfirlere karşı yaptıkları “cihad”larla Hindistan’dan Anadolu’ya kadar İslâm ülkelerinin liderliğini üstlenmişlerdir. Türklerle beraber İslâm dünyası, maddî ve manevî alanda parlak bir dönem yaşanmıştır. [cümle düşük]” (Gündoğdu ve Bulduk, 2005: 154)
Savaşın olağanlaştırıldığı ve yüceltildiği bu alıntılarda bir diğer önemli nokta, savaşlar ve din arasında kurulan yakın ilişkidir. İslam ve Türklük’ün “doğal” bir ilişki içinde sunulması, savaş anlatılarına da yansımaktadır. Türklerin “fetih idealleri” ile İslam’ın “cihad” anlayışının örtüştüğü iddia edilirken, savaşçılığı özendirmeyen dinlerin “Türklere ters düştüğü” savunulmuştur.
Savaş-fetih-şehitlik temaları, yalnızca tarih anlatılarında değil, her düzeyde ve her derste farklı biçimlerde öğrencinin karşısına çıkar, sıradanlaşır ve doğallaşır. Öğrenci, daha 1. sınıfta bayrağın rengini “ataların kanı”nın verdiğini öğrenir (Erol vd., 2007a: 65); 3. sınıfta yapması istenen “bitişik eğik yazı çalışması” çerçevesinde “Düşmanlarla savaşmalıyız çünkü... ” cümlesini tamamlar (Karafilik, Değirmenci ve Bilkan, 2007: 27); kendisine verilen hecelerden “kahramanlık, komutan, şehit, gülle, vatan” kelimelerini oluşturmaya çalışır (Karafilik, Değirmenci ve Bilkan, 2007: 53); aynı sınıfta müzik dersinde “Askerin, milletin, bayrağınla çok yaşa” diye başlayan ve “Süngüler cephede ayna gibi parlıyor/Kahraman Türk eri bayrak açmış bekliyor.” diye devam eden bir “Halk Türküsü” öğrenir (Yaşar vd., 2007: 71); 6. sınıfta “Nabzımda ateş gibi, fetihlerden bir kan var.” şarkı sözlerini ezberleyip “uyandırdığı duyguları” ifade eder (Özdemir, 2007: 16); “Görevimdir bayrağımı üstün tutmak her bayraktan; can veririm kan dökerim, vazgeçemem ben bu haktan.” sözlerini içeren “Bayrağım” şarkısını “orta hız”da söyleyebilmeyi öğrenir (Özdemir, 2007: 58); 6. sınıf Sosyal Bilgiler dersinde “İnsanlar, Yerler ve Çevreler” konusu işlenirken “harita okuma ve atlas kullanımı” becerileri kazanmak için “savaş gemisi oyunu” oynar (Kolukısa, Tokcan ve Akbaba, 2006b: 66); farklı sınıflarda Arif Nihat Asya’nın “Sana benim gözümle bakmayanın/Mezarını kazacağım.” dizelerini de içeren “Bayrak” şiirini ezberler (Erol vd., 2007b: 70-71; Kurt vd., 2007a: 49); 10. sınıf “Dil ve Anlatım” kitabında “Kırk senedir dövüşe hasretim.” diyerek savaşmak isteyen “ihtiyar” bir Türk’ün hikayesini okuyarak “ek fiil almış kelimeler” bulmaya çalışır (Acar vd., 2006: 130); edebiyat dersinde Kayıkçı Kul Mustafa imzalı şu şiiri “tarihi dönem, eser ve sanatçı ilişkisi” çerçevesinde inceler: “Eğerleyin kır atımın ikisin/Fethedeyim düşmanların hepisin/Sabah namazında Bağdat kapısın/Allah Allah deyip açdı Genç Osman.” (Kurt vd., 2007b: 8); Felsefe dersinde ise “Ahlâk Felsefesi” işlenirken “İstiklâl veya Çanakkale savaşlarıyla ilgili kahramanlık hikâyelerinden vatan sevgisi ve şehitlik coşkusu ile yapılan olağanüstü ahlâkî hareketlere örnekler” arar (Bolay, 2007: 93).
Kısacası, 1. sınıftan 11. sınıfa, müzikten felsefeye, edebiyattan okuma-yazma çalışmalarına kadar her sınıf ve her ders, savaşın ve şiddetin sıradanlaştığı, olumlandığı veya yüceltildiği metinler ve etkinliklerle doludur.
Kaynakça:
ACAR, M. vd. (2006). Dil ve Anlatım 10, Ankara: MEB.
ALTINAY, A. G. (2004). The Myth of the Military-Nation: Militarism, Gender and Education in Turkey, New York: Palgrave.
ALTINAY, A. G. ve T. Bora. (2002). “Ordu, Militarizm ve Milliyetçilik”, T. Bora (der.), Milliyetçilik: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 4 içinde, İstanbul: İletişim Yayınları, 140-154.
AYDIN, İ., M. Çakmak ve M. Genç. (2007). T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, Lise 3, İstanbul: MEB.
BOLAY, S. H. (2007). Liseler İçin Felsefe Ders Kitabı, Ankara: Gün Yayınları.
ÇETİN, N., M. Kutluay ve M. Avlar. (2006). Liseler İçin Genel Türk Tarihi, Ankara: MEB.
EROL, A. vd. (2007a). İlköğretim 1 Öğrenci Çalışma Kitabı, Ankara: MEB – Devlet Kitapları.
EROL, A. vd. (2007b). Türkçe 6, Ankara: MEB.
GÜNDOĞDU, A. ve O. Ü. Bulduk, (2005). Lise Tarih 1, Ankara: Tutibay.
GÜNDOĞDU, A. ve O. Ü. Bulduk, (2007). Lise Tarih 1, İstanbul: Tutibay.
KANCI, T. (2007). Imagining the Turkish Men and Women: Nationalism, Modernism, and Militarism in Primary School Textbooks, 1928-2000, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Sabancı Universitesi.
KANCI, T. ve A. G. Altınay. (2007). “Educating Little Soldiers and Little Ayses: Militarised and Gendered Citizenship in Turkish Textbooks” Marie Carlson, Annika Rabo ve Fatma Gök (der.), Education in ‘Multicultural’ Societies: Turkish and Swedish Perspectives, Istanbul: Swedish Research Institute in Istanbul ve I.B. Tauris, 51-70.
KARAFİLİK, F., G. Değirmenci ve N. Bilkan. (2007). Türkçe 3 Öğrenci Çalışma Kitabı. İstanbul: Harf Yayıncılık.
KOLUKISA, E. A., H. Tokcan ve Bülent Akbaba. (2006a). Sosyal Bilgiler 6, Ankara: A Yayınları.
KOMİSYON. (2007). Millî Güvenlik Bilgisi, Ankara: MEB.
KURT, A. vd. (2007a). Türk Edebiyatı 9, Ankara: MEB.
KURT, A. vd. (2007b). Türk Edebiyatı 11, Ankara: Evren Yayıncılık.
MADEN, M., M. Kablan ve A. Sever. (2007). Tarih: Lise 1, İstanbul: MEB.
ÖZDEMİR, N. (2007). Müzik 6 Öğrenci Çalışma Kitabı, Ankara: MEB.
ÜSTEL, F. (2004). “Makbul Vatandaş”ın Peşinde: II. Meşrutiyetten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi. İstanbul: İletişim.

[1] Bu kutucuk, aşağıdaki makaleden seçilerek kısaltılmış ilgili bölümlerden oluşmaktadır: “‘Can Veririm, Kan Dökerim’: Ders Kitaplarında Militarizm,” Ders Kitaplarında İnsan Hakları II: Tarama Sonuçları içinde, der. Gürel Tüzün, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 2009, s.143-165.
[2] Cumhuriyet tarihi boyunca ders kitaplarında fetih, akın ve cihad temalarının nasıl işlendiğini de içeren kapsamlı bir ders kitapları incelemesi için bkz. Kancı 2007.

Ayşe Gül Altınay
www.kaosgl.org alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder