Anayasa değişikliklerinden bir kez daha anlaşılmaktadır ki AKP’nin özgürlük dediği sermayenin sömürü özgürlüğüdür. Sermaye için tanımlanan girişim özgürlüğünün bizim hayatımızdaki yansımaları açıktır: İşçiyi özgürce sömürme, emek gücünden faydalandıktan sonra özgürce işten atma, ormanları özgürce katletme, dereleri özgürce kurutma, evlerimizi özgürce gasp etme… AKP iktidarının Anayasa düzenlemeleri halkı sermayeye tutsak eden bu özgürlükleri güvence altına almaktadır. Anayasa’nın 125. maddesinde yapılan değişiklikle bu niyet açıkça ifade edilmektedir. Hükümetin icraatlarına dair yargının “kamu yararı”nı gözeterek vermiş olduğu “yürütmeyi durdurma ve iptal kararları”nı engellemek amacıyla yargıya “yerindelik denetimi yapma yasağı” getirilmektedir. Yıllardır yürütülen mücadeleler sonucunda “çevre davaları”nda “yurttaş” olmanın dava açma ehliyeti için yeterli olduğu kabul ettirilmiş, çevreyi yok eden altın madenleri, ulaşım zamları, derelerin sermaye tarafından gasp edilmesi, güvencesiz çalıştırmaya dair birçok düzenleme ve özelleştirmeler, halkın mücadelesiyle birlikte yargının bu uygulamaları “kamu yararına aykırı” bularak vermiş olduğu kararlarla durdurulmuştur. Şimdi AKP iktidarı, “kamu yararı” gerekçesiyle yapılan denetimleri yasaklayarak halkın güvenceli iş, insanca yaşam ve yaşanabilir bir çevre taleplerine saldırmaktadır.
Bu saptamayı abartılı bir tespit olarak görenler, Hüseyin Çelik’in sözlerini hatırlamalıdır. Hüseyin Çelik Anayasa’nın 125. maddesindeki değişiklikleri şu sözlerle savunmaktadır. “Yargı, bugüne kadar maalesef yerindelik denetimi yaparak idarenin elini kolunu bağlayan, ekonomiye büyük zararlar veren kararlara imza atmıştır. Kamu yararı gibi subjektif bir kavramla birçok özelleştirme kararı iptal edilmiş, küresel sermayenin Türkiye'de yatırım yapması ile ilgili birçok zorluk çıkarılmıştır”.
Sanırız Hüseyin Çelik’in bu sözlerini uzun uzun tercüme etmeye gerek yoktur. Bu ülkede iktidarın ve sermayenin emeğimize, toprağımıza, suyumuza, ormanlarımıza yaptığı saldırılara direnen herkes için bu maddeye hayır demek, her türlü gündelik siyasi hesaplarla gölgelenemeyecek bir anlam taşımaktadır. Bu mücadelelerle “işi olmayanlar” için ise söyleyecek sözümüz yoktur.
Anayasa değişikliği emeğe yönelik yeni saldırıların habercisidir.
AKP’nin Anayasa değişiklikleri, emekçilerin güvencesizliğe karşı son günlerde giderek yükselen tepkilerini zapturapt altına almayı hedeflemektedir. Kamu çalışanlarına grev hakkı tanımayan “toplu sözleşme” düzenlemesi sadece yetersiz bir düzenleme olarak değerlendirilemez. Bu aynı zamanda bir saldırı düzenlemesidir. Zira toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık durumunda “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu”na gidilmektedir. Bu kurulun kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir. AKP’nin düzenlemesiyle, kimlerden oluşacağı iktidar tarafından belirlenecek sözde “Hakem Kurulu” kamu emekçileri için hangi özlük haklarını, hangi ücreti uygun görürse kamu emekçilerinin de buna boyun eğmesi hedeflenmektedir. Hakem Kurulu’nun kararı kesin olarak kabul edilmekte, bu düzenleme ile kamu emekçilerine hem grev yasağı getirilmiş olmakta, hem de hakem kurulu kararlarına karşı yargı yolu da kapatılmaktadır.
Herkes tarafından bilinmektedir ki kamuda çalışan işçiler, emekçiler AKP iktidarının karın ağrılarından biridir. Neoliberal dönüşümün henüz tam anlamıyla tamamlanamamış, çalışanların tam anlamıyla güvencesizleştirilememiş olması, AKP iktidarının ve sermayenin hoşuna gitmemektedir. Kamuda çalışan tüm işçi ve emekçilere yönelik saldırılar 4-C uygulaması ve Kamu Personel Reformu hazırlıkları ile en üst noktasına taşınmaktadır.
Tüm bunlar olurken Anayasa’daki “aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunabileceği”ne dair düzenleme, “aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla toplu sözleşme yapılabileceği”ne dair düzenleme ile birlikte düşünüldüğünde dikkat çekicidir. AKP iktidarı, uzunca bir süredir Memur Sen ve Hak İş gibi sahte sendikalarla bu alanı kuşatmakta ve işçi sınıfını köleleştirirken, işçi örgütlenmelerini de kadükleştirmektedir. Bu son değişiklik iktidarın ipiyle örgütlenmeye alışık sahte sendikalar için oldukça kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır.
Ayrıca sendika kurma ve istediği sendikaya üye olma hakkının önündeki engellerin kaldırıldığı şeklinde anlaşılabilecek olan söz konusu düzenleme ile herkese sendika hakkı tanınmadığını da belirtmek gerekir. Emekliler, çiftçiler, işsizler, ev işçileri yine sendikasız bırakılmaktadır.
İktidar saldırıya hazırlanırken, her türden savunma önlemini de Anayasa değişikliği ile almak istemektedir. Ekonomik Sosyal Konsey’in Anayasal kurum haline getirilişi de böylesi bir önlemi ifade etmektedir. AKP iktidarı, sermaye ile ve işbirlikçi sendikalarla el ele, kol kola vererek sınıfa karşı saldırılarına toplumsal meşruiyet üretmek istemektedir. Ekonomik Sosyal Konsey’i yıllarca boykot eden, bu Konsey’in sınıfa yönelik neoliberal saldırının bir aracı olduğunu söyleyen kimi sendikal önderliklerin bu değişikliğe ses çıkarmaması, hatta “yetersiz ama evet” demesi tarihsel açıdan bir trajediyi ifade etmektedir. Böylesi bir Anayasa değişikliğine evet demek neoliberal saldırıların “paydaş”ı olmayı kabul etmektir.
AKP 12 Eylül’ün mirasına sahip çıkmaktadır
AKP’nin Anayasa değişiklik paketi, demokratik bir Anayasayı ifade etmemektedir. 12 Eylül 2010’da “evet” dememiz istenen Anayasa, 12 Eylül Anayasası’dır. AKP yeni bir Anayasa önermemekte, daha önceden defalarca başka iktidarlar döneminde de yapıldığı gibi, 12 Eylül Anayasası’nı sermayenin ve rejimin ihtiyaçları doğrultusunda revize etmektedir.
AKP iktidarı 12 Eylül darbecilerinin hiçbir kurumunu ortadan kaldırmamaktadır. Örneğin AKP iktidarı bir 12 Eylül Kurumu olan YÖK’e değil, YÖK’ün elinde olmamasına karşı olduğunu ispat etmiş, YÖK’ü ele geçirir geçirmez bu kurumu hedef almaktan vazgeçmiştir. Benzer şekilde Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) için de AKP’nin tek derdi vardır: Bu kurumda iktidar olmak. AKP değil bu kurumları ortadan kaldırmayı, basit bir reformla güçlerini azaltmayı bile Anayasa değişikliklerinin gündemine almamıştır. Zira AKP’nin derdi bu 12 Eylül kurumlarının iktidarını ele geçirmektir. Böylesi bir çabayı “12 Eylül ile hesaplaşma” olarak değerlendirmek, 12 Eylül’de işkencelerden geçen, idam sehpalarına başı dik bir biçimde çıkan binlerce devrimci, ilerici insanımıza, yıllarca YÖK’e karşı mücadele eden üniversitelilere, yasakları delerek haklarını kullanmaya çalışan işçilere, kamu çalışanlarına -en hafif tabiriyle- büyük bir saygısızlıktır. Yine ülkenin en önemli sorunu “Kürt sorunudur” denirken değişiklikte Kürt sorununa dair tek bir düzenleme bulunmaması halklarımıza bir saygısızlıktır..
AKP 12 Eylül’ün mirasına sahip çıkarken darbenin sadece kurumlarını değil aynı zamanda ruhunu da korumakta, hatta güçlendirmektedir. 12 Eylül Anayasası’nın, sermaye lehine büyük bir dönüşümü daha kolay hayata geçirmek kaygısıyla yasama ve yargı karşısında yürütmeyi güçlendiren yapısı, AKP iktidarı tarafından da pekiştirilmektedir. HSYK ve Anayasa Mahkemesi’ne dair tartışmalar bir yana, “kamu yararı” gözetilerek verilen kararları engellemek amacıyla yerindelik denetiminin yasaklanması ve 74. maddeyle oluşturulan Kamu Denetçiliği mekanizmasının siyasi iktidarın güdümünde belirlenecek olması, bu pekiştirmenin en açık örnekleridir. Antidemokratik, merkeziyetçi ve otoriter yapıyı güçlendirecek adımlar atılmaktadır. Halkın örgütlü politik iradesi, katılımı ve denetimi bütünüyle engellenmektedir…
Anayasa referandumunun yöntemi de bir ayrıntı değildir, Anayasa değişiklik paketinin anti-demokratik özüyle uyumludur. “12 Eylülcülerin yargılanmasına hayır mı diyeceksiniz” şeklindeki saçma sapan bir soruyla, AKP’nin değişikliklerine “hayır” diyen herkesi “darbeci” olarak yaftalamaya çalışanlar, referandumun “paket” halinde oylanmasına sessiz kalmakta, bunu teferruat olarak göstermeye çalışmaktadır. 12 Eylülcülerin yargılanması gerekçesiyle bir dizi emek ve halk düşmanı dönüşüme yol verilmek istenmektedir. Bu nedenle, değişiklikleri paket halinde oynatmak bir teferruat değil halkın söz ve karar hakkının iradi olarak gasp edilmesidir.
Bilindiği gibi darbeciler de “demokrasiye geçiş” için 12 Eylül Anayasası’nın kabulünü şart koşmuşlarıdır. 12 Eylül’de darbe Anayasası’na “evet” verenlerin birçoğu daha sonraları bunu “demokrasiye geçiş” adına yaptıklarını söylemişlerdir. Bugün de darbecilerin bu tuzağının bir benzeri, onların mirasını hakkıyla sürdüren AKP iktidarı tarafından kurulmaktadır. Bu kez de oltada “demokrasiye geçiş” bulunmakta, bunun da simgesi olarak da “12 Eylülcülerin yargılanmasının önünü açılması” gösterilmektedir.
Halkın hakları mücadelesi yürütenler, sermaye yanlısı düzenlemelerle emeğin güvencesizleştirilmesinin, insanca yaşam hakkımızın elimizden alınmasının ve doğanın yağmalanmasının önünü açacak değişiklikleri tüm güçleriyle reddetmek zorundadır. Uygulamada hiçbir anlamının olmayacağı konusunda genel bir fikir birliği olsa da, sembolik bir değer atfedilen 12 Eylül’cülerin yargılanmasının önündeki engellerin kaldırılması yemine şaşkınca atlayarak, sınıf mücadelesinin somut sorumlulukları ıskalanamaz. Halkın hak mücadeleleriyle bir somut ilişkisi bulunmayan, sırtında yumurta küfesi olmayan sol liberal düşün insanlarının bir kısmının “sembolik” heveslerini anlamak mümkündür, ancak onaylamak mümkün değildir.
12 Eylül’lere hayır demek için 12 Eylül’de hayır de!
Bizler 12 Eylül ile hesaplaşmak adına, 12 Eylül askeri darbesinin kurumlarını, ruhunu ve yöntemlerini bünyesinde barındıran bir Anayasa paketine gönül rahatlığıyla hayır diyeceğiz. Bugün 12 Eylül ile hesaplaşma adına Anayasa’ya onay isteyenler ise darbeden sonra bakın neler diyorlardı: “Ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz”. Darbeyi “diriliş” olarak Darbecileri coşkuyla selamlayan bu sözler Fethullah Gülen’e ait. Sadece Gülen değil, 12 Eylül darbecilerinin peşinden giderek 12 Eylül Anayasası’na “evet” deme çağrısı yapan tüm tarikatların bugün “12 Eylül ile hesaplaşma” taklidi yaparak referanduma “evet” kampanyası yürütmeleri trajikomik bir çelişki değil anlamlı bir sürekliliktir. 12 Eylül Anayasası’na evet diyenlerin, 12 Eylül 2010’da da “evet” oyu vermeleri gayet doğaldır. Doğal olmayan ise, 12 Eylül Anayasası’na “hayır” diyenlerin 12 Eylül 2010’da “evet” demeleridir. Bu 30 yıl önce reddedilen bir düzenin, bugün onaylanması anlamına gelmektedir. Bizler, 12 Eylül darbesi ve sonrasındaki onlarca Anayasal düzenlemeyle sağlamlaştıran sermaye düzenini ısrarla reddetmeye devam edeceğiz. Bu nedenle 12 Eylül 2010’da hayır demek, 30 yıl sonra güçlü bir şekilde 12 Eylül darbesine hayır demektir.
Anayasa değişiklik paketi AKP’nin ve Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda 12 Eylül anayasasının revize edilmesinden ibarettir. Bu nedenle AKP’nin anayasasında başta eğitim, sağlık, barınma, enerji, su, gıda, temiz bir çevrede yaşama olmak üzere halkın en temel yaşamsal haklarına yer yoktur. Bu nedenle emekçilerin güvencesizleştirmeye ve taşeronlaştırmaya karşı iş güvencesi, toplu sözleşme, grev ve sendika hakları güvence altına alınmamıştır. Bu nedenle Kürtlerin demokratik, siyasal, kültürel haklarına AKP’nin anayasa paketinde rastlayamazsınız, seçim barajının kaldırıldığını göremezsiniz. Ve tüm bu nedenlerle biz “halkın hakları”na sahip çıkanlar, “güvenceli iş” “insanca yaşam” mücadelesi verenler, Kürt halkının eşit yurttaşlık hakkını savunanlar, kardeşliğin ülkesi için mücadele edenler referandumda “HAYIR” diyeceğiz.
Referandumda “Hayır” çünkü bu gün 82 Anayasa’nın tüm kurumlarıyla birlikte tarihin çöplüğüne gönderildiği, halkın, emekçilerin, Kürtlerin haklarının güvence altına alındığı yeni bir anayasa ihtiyaçtır. Ve bu Anayasa emekçi halkın mücadelesi sonucunda hazırlanacaktır!
İlknur Birol
Halkevleri Genel Başkanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder