-JACK LONDON-

          17 kitabı Cem Yayınları'nca yeniden basılan Amerikalı romancı Jack London, eserlerinde Nietzsche'yi, Darwin'i ve sosyalist hareketleri tartışan, bugün düşündüğümüzden çok daha girift bir yazardı

          Eğer Jack London yaşamamış olsaydı birinin onu icat etmesi gerekecekti. Batı kültürlerinde gerçekleşen yoğun bir tartışma, London’ın 40 yıllık yaşantısının tam ortasından geçiyordu. Bir yandan Darwin’in biyolojik söylemini oluşturduğu ‘hayatta kalış’ felsefesi Avrupa’da gittikçe yayılıyordu. Bir yandan da Nietzsche’nin Übermensch (Üstüninsan) ve ‘efendi-köle ahlakı’ kavramı çerçevesinde ilerleyen siyasi bir tartışma vardı. Ve bunlarla bağlantılı olarak gelişen, Avrupa’nın geleceğini ‘dejenerasyon-sağlık’ karşıtlığı içinde anlamaya çalışan politik bir söylem... Elbette bu tartışmalar arasında 20. yüzyıl sosyalizminin temelleri de atılıyordu.

Boykota karşı -V.I. Lenin

Sosyalistlerin bir bölümü 12 Eylül 2010 referandumuna ilişkin biricik devrimci politikanın ‘Boykot’ olduğunu savunuyor, ‘Boykot’ tavrını benimsemeyenleri ‘düzen içilikle’ suçluyor. Bu tavra ilişkin gerekçelendirmelerde, ‘Boykot’çular açısından zamanın ve mekanın ya da bir başka deyişle diyalektik metodun pek bir öneminin bulunmadığı, adeta her zamana ve her mekana uyan bir ‘devrimci şablon’ bulduklarını zannettikleri görülüyor.

Bu açıdan, Lenin’in, boykot tavrını farklı dönemlerde başarılı biçimde uygulamış olan Bolşeviklerin Rus devrimi deneyimleri ışığında yazdığı Boykota Karşı makalesini yeniden çevirerek okura sunmayı anlamlı bulduk. Aşağıda makalenin I., II. ve III. bölümleri yer almaktadır. Geri kalan dört bölüm de önümüzdeki günlerde yayınlanacaktır. Sendika.Org

Ermenileri vuran sistem Kürtleri de vurdu´

Sürgün edilen Ermeniler´in mallarına devlet tarafından el konulması yani ´Emvali Metruke´ yazar Nevzat Onaran´ın yazdığı ´Emvali Metruke Olayı-Osmanlı´da ve Cumhuriyette Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi´ kitabında yeniden gündeme getirildi.

TBMM tutanaklarından yola çıkan Onaran, 1915 soykırımı ve sonrasında malların el değiştirilmesini yazdığı kitapta, Ermeniler'in mallarına el konulmasını 'Mülkiyetin Türkleştirilmesi' politikasının bir parçası olarak değerlendirdi. Bu politikanın 1915'le sona ermediğine işaret ediyor Onaran. 1970'lerde Aleviler'e uygulanan katliam, günümüzde devam eden düşük yoğunluklu savaş da 'Mülkiyetin Türkleştirilmesinin bir parçası.'
Onaran, TBMM tutanaklarında yola çıkıp Ermeniler'in mallarına el konulma sürecini şöyle anlatıyor:

VAHŞETİN ÇAĞRISI- JACK LONDON

Çağrının Sesi

Buck, John Thornton için beş dakika içinde bin altı yüz dolar kazanınca, sahibinin bazı borçlarını ödemesini ve ortaklarıyla beraber, hikâyesi en az ülkenin kendisi kadar eski olan efsanevi kayıp madeni bulmak üzere Doğu'ya doğru yola çıkmasını da mümkün kılmıştı. Orayı pek çok adam aramıştı, ama pek azı bulabilmişti; gidip de dönemeyenlerin sayısı ise bir hayli fazlaydı. Bu kayıp maden trajediye bulanmış, gizemle örtülmüştü, ilk gideni kimse bilmiyordu. En eski rivayet bile ona ulaşamıyordu. En başından beri orada eski ve derme çatma bir kulübe vardı. Birçok adam ölürken bu kulübenin ve yerini belirlediği alanda bulunan madenin üzerine yeminler etmiş, iddialannı Kuzey'de bilinen tüm altın ayarlarından büyük külçelerle pekiştirmişlerdi.
Ama hiçbir canlı adam bu hazine evini yağmalayamamıştı ve ölüler de zaten ölüydü, işte bu nedenle John Thornton, Pete ile Hans, Buck ve yarım düzine başka köpekle birlikte, kendileri kadar becerikli adamlarla köpeklerin başaramadığını başarmak üzere Doğu'ya, bilinmeyene doğru yola çıktılar. Kızakla Yu-kon'dan yukarı yetmiş mil gittiler, sola Stewart Nehri'ne saptılar, Mayo ve McQuestion'i geçtiler ve kıtanın belkemiğini oluşturan görkemli zirvelerin arasında ip gibi dolaşan Stewart Nehri küçücük bir dere haline gelinceye kadar da bu yoldan ayrılmadılar.

Tarihte Zorun Rolü – Friedrich Engels | Bismarck’ın Kan ve Zulüm Politikası Üzerine Bir Çalışma

“Demek ki, tabanca kılıcı yener ve, zorun yalın bir irade işi olmadığını, ama kullanılması için çok gerçek önkoşullar, özellikle en yetkin olanların o kadar yetkin olmayanları altettiği aletler istediğini; ayrıca bu aletlerin üretilmesi gerektiğini, bunun da en yetkin zor araçları, kabaca söylemek gerekirse en yetkin silahlar üreticisinin, o kadar yetkin olmayanların üreticisini yendiği anlamına geldiğini, ve kısacası zorun utkusunun silah üretimine, ve silah üretiminin de genel olarak üretime, yani … “iktisadi güç”e, “iktisadi durum”a, zorun emrinde bulunan maddi araçlara dayandığını, en çocuksu belitler amatörü bile kuşkusuz düşünecektir.
Zor, bugün ordu ve donanma demektir, ve her ikisi de, hepimizin zararını çekerek bildiğimiz gibi, “tuzluya oturur”. Ama zor, para yapamaz, olsa olsa, daha önce para yapmış bulunan kişiyi soyup soğana çevirebilir; ve gene Fransa’nın milyonlarından zararını çekerek öğrendiğimiz gibi, bu da pek bir işe yaramaz. Demek ki, paranın, sonunda, iktisadi üretim yolu ile sağlanmış olması gerekir; demek ki, zor, bir kez daha, kendisine silahlanma ve aletlerini koruma araçlarını sağlayan iktisadi durum tarafından belirlenir. Ama bu yetmez. İktisadi önkoşullara hiçbir şey ordu ve donanmadan daha çok bağlı değildir. Silahlanma, bileşim, örgütlenme, taktik ve strateji, her şeyden önce, üretim ve ulaştırma olanakları tarafından, her durumda ulaşılmış bulunan düzeye bağlıdır. Bu konuda bir alt üst etme etkisi yapan şey, dehâ sahibi büyük komutanların “özgür zekâ yaratıları” değil, daha iyi silahların türetimi ve insan öğesinin, yani askerin değişmesidir; dehâ sahibi büyük komutanların etkisi, en iyi durumda, savaş yöntemini, silahlara ve yeni savaşçılara uyarlamakla sınırlanır…

ANARŞİ VE CİNSİYET SORUNU/EMMA GOLDMAN

Kuvveti ve kasları solgun, çelimsiz zengin bebeler tarafından oldukça beğen...ilen, ancak emeği açlık kurdunu kapısından uzak tutmaya ancak yeten işçi sınıfı erkekleri, onlara sabahtan akşama kadar kölelik yapmak ve harcamaları düşük tutmak üzere her türlü çabayı sarf etmek zorunda kalan eşlere veya ev-hizmetçilerine sahip olmak için evlenirler yanlızca.
[Kadının] kocasının acınacak ücretinin ikisinin de yaşamını sürdürmesini sağlamak için devamlı çaba sarfetmekten sinirleri o kadar gerilir ki, giderek asabi hale gelir ve --yazık ki kısa zamanda umut ve planlarının kül olup uçtuğu sonucuna ulaşacak ve evliliğin gerçekten de başarısız olduğunu düşünmeye başlayacak olan-- lordunun ve efendisinin sevgi talebini yerine getirmekte artık başarılı olamaz.

ZİNCİRLER GİDEREK AĞIRLAŞIR
Harcamalar azalmak yerine çoğaldıkça, evliliğinde çok az kuvveti olan, benzer şekilde kendini ihanete uğramış hisseden eş bu kuvvetinin tümünü de yitirir, ve devamlı açlık sıkıntısı ve korkusu, güzelliğini evliliğinin ardından kısa zaman içinde tüketir. Giderek ümitsizleşir, ev işlerini ihmal etmeye başlar; ve kendisiyle kocası arasında, onlara yaşamlarındaki keder ve yoksullukları göğüsleme kuvveti verecek hiçbir sevgi ve sempati bağı da olmadığı için, birbirlerine daha da sıkıca kenetlenmek yerine birbirlerine giderek daha fazla yabancılaşırlar ve hatalarına karşı giderek daha tahammülsüz olurlar.
Milyonerlerin yaptığı gibi klübe gidemeyen erkek meyhaneye gider, ve kederini bira veya viski bardaklarında boğmaya çalışır. İhmal edilişini bir sevgilinin kollarında unutmaya çalışamayacak kadar onurlu ve herhangi bir meşru eğlence ve uğraştan faydalanmak için fazlasıyla yoksul olan erkeğin kederinin talihsiz ortağı ise, ev diye adlandırdığı sefil ve derme çatma yerin içine sıkışıp kalır, ve kendini bu zavallı adamın eşi yapan ahmaklığa kötü kötü lanet eder.Ancak onların birbirlerinden ayrılmalarının hiçbir yolu yoktur.

"Hoş geldin Ya Şehr-i Kapitalizm" Ece Temelkuran

.“ALO?”
“Buyrun”
“Ec’anım TRT’den arıyoruz biz.”
“Buyrun?”
“Ramazan akşamları iftar saatinde yayınlanmak üzere beşer dakikalık spot programlar çekiyoruz. Acaba sizinle de bir ramazan programı çekebilir miyiz?”
“...”
“Ec’anım?!”
“Dalga mı geçiyorsunuz?”
“Yoo... Son derece ciddiyiz.”
“Şaka filan mı bu?”
“Yo, gerçekten değil.”
“...”
“...”

Karşılıklı kahkahalar arasında randevulaşma...

Referandumda Cemaatler Ne Diyecek?

Türkiye’deki cemaatler referandumda nasıl oy kullanacak? İşte evet ve hayırcılar...
Newsweek Türkiye’den Adem Demir, Türkiye’deki cemaatlerin referandumda muhtemel eğilimlerini değerlendirdi.

Anayasa değişikliklerinin oylanacağı 12 Eylül referandumu için geri sayım sürerken, bugüne kadar birçok kişi ve kurum oylarının rengini açıkladı. Ama dini grupların sessizliği dikkat çekiyor. Nurcular’ın en güçlü kolu olan Gülen Hareketi’nin lideri Fethullah Gülen, “İmkân olsa mezardakileri kaldırıp ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım” diyerek tercihini belli etmişti.
Peki diğerlerinin oylarının rengi ne olacak? Newsweek Türkiye’nin son sayısında Adem Demir, bu konuyu ele aldı…

JOHN FANTE

"Bukowski'nin minnet borçlu olduğu şahıs"
John Fante, Bukowski'nin edepli hali gibidir aslında...


John Fante, Bukowski'nin en sevdiği adamdır. Bukowski'yi keşfeden, sonrasında da Bukowski'nin O'nu keşfettiği adam. Özellikle hayatının son yıllarını pek iyi geçirmemiştir Fante. Şeker hastalığı yüzünden gözleri gitgide karanlığa alıştığında ve iki bacağı da kesildiği zaman karısı ve Buk yanında olmuştur.

İlk kez "Toza Sor" ile keşfettim O'nu. Sonra da diğer kitapları çıktıkça aldım okudum, aynen Bukowski'de olduğu gibi. Bu konuda hiç eksiğim yok. Okudukça mutlu oldum, her defasında da "bir tek ben değilmişim be" diyip durdum.
Kitaplar Parantez Yayınları'ndan çıktı ve kitapları tercüme eden elbetteki Avi Pardo.
"Toza Sor" dışında okuduğum diğer John Fante kitapları :
- Hayat Dolu
- Üzümün Kardeşliği
- Bunker Tepesi Düşleri
- Gençliğin Şarabı
- Bahara Kadar Bekle, Bandini
- 1933 Berbat Bir Yıldı
- Roma'nın Batısı
- Los Angeles Yolu
- Büyük Açlık

İnsanlar bana hep "eyvallah siteyi yapmışsın, üstelik Bukowski ile beraber Fante'ye de adadığını söylüyorsun, iyi ama neden Fante yok?" diyip duruyorlar. Herkese tek tek cevap veriyorum. En sonunda bir şeyler yazmaya karar verdim. Yani yok, çünkü o adamı kalbimden başka nereye yerleştireceğimi, içimdekileri nasıl anlatacağımı bilemedim.

17 agustos deprem belgeseli- Can Dündar

17 Agustos 1999… 17 Agustos Golcuk depremiyle ilgili bir belgesel…
UNUTMAK FELAKETTİR...

Caz (Jazz) Tarihi

Caz (Jazz) müziği her ne kadar 1880' lerde New Orleans'ta gelişmeye başladıysa da aslen kökeni Afrika' dır. Sömürgenin yaygın olduğu dönemlerde Amerika'ya getirilen siyahlar buraya kendi kültürel müziklerini de getirmişlerdir. Burada köle olarak çalışırken tarlalarda söyledikleri şarkılar cazın temeli olmuş ve 1920'lerin başında New York, Los Angeles ve Chicago'da yapılan kayıtlarla son şeklini aldı. O zamanlar birçok değişik akım cazın ortaya çıkışında yol gösterici olmuştur. Bunlardan biri melodilerin ve akorların eşliğinde simgesel olarak özgürlüğe kavuşma çabalarıydı. Bu akım bugün doğaçlama olarak tanımladığımız olaya liderlik etmiştir. Bir diğeri ise, siyahi Amerikalıların yarattığı blues ve ragtime gibi müzik türleriydi. Caz müziğinin neden ve nasıl Amerika'da ortaya çıktığını ve bu kadar farklı türde müziğin nasıl biraraya geldiğini anlayabilmek için, Afrikalıların kölelik Amerika'sındaki yaşamlarına göz atmamız gerekir. Afrikalı köleler Amerika'ya getirildikleri zaman yanlarına müzik aletlerini almalarına izin verilmemişti. Ama onlar müzikal zevklerini ve geleneklerini yanlarına almışlardı. Afrikalıların yüzyıllar önce yaptığı bu hareket, Avrupa müziğinin neden Afrika kökenli Amerikalılar tarafından çalındığında daha farklı duyulduğunu biraz da olsa anlamamıza yardımcı olabilir. Örneğin bazı köleler Avrupa kökenli kilise müziklerini, yöresel müzikleri ve dans müziklerini kendi müzik zevk ve geleneklerine uyacak şekilde değiştirdiler. Onların çocukları da atalarının müzikteki bu davalarının peşinden gittiler. Böylelikle bu müziksel tercih nesilden nesile devam etti.

Sömürü ve onur/Ahmet İnsel

Kapitalist sistemde sömürü iki biçimde gerçekleşir. Birincisi, kapitalizme özgüdür. Sermaye ve emek arasındaki yapısal eşitsizlikten kaynaklanır. Sermaye birikiminin esas kaynağıdır. İşverenin, ücretli olarak istihdam edilenlere ‘hakkı olan’ ücreti verip, onlardan bu ücretin çok daha üzerinde bir değer elde etmesiyle ortaya çıkar. Hak edilen ücret, yasalar, emeğin niteliği ve emek piyasasının durumuyla belirlenmiş olan ücrettir. Bu sömürü kapitalist sisteme içkindir.

Bireysel davranışlarla ortadan kalkmaz.

Bir de, ücretliye hak ettiğini vermeyerek yapılan sömürü vardır. Alması gereken ücreti vermeden işçiyi kapı dışına koymak gibi vahşi yöntemler bunun uç noktasıdır. Daha medeni görünümlü olanı, asgari ücretin altında saat ücreti ödemektir. Yasal çalışma süresinden daha çok çalıştırıp fazla mesai ödememektir. Sosyal güvenlikten, iş güvenliğinden, iş güvencesinden, toplu sözleşme hakkından, sendikal korumadan yoksun çalıştırmaktır... Aslında ücretini ödememek gibi vahşi ama işveren açısından genellikle ahlaki bir sorun yaratmayan kayıt dışı istihdam bu ikinci sömürü yönteminin aracıdır.

Kanlı Pazar - İZLE

Yönetmen : Paul Greengrass Senaryo : Paul Greengrass, Don Mullan
Oyuncular : James Nesbitt, Tim Pigott-Smith, Gerard McSorley, Kathy Keira Clarke, Gerard Crossan
Filmin Türü : Drama
Orijinal Adı : Bloody Sunday
Yapımcı Firma : Granada Television [uk]
Yapım Yılı : 2002
Yapım Ülkesi : İngiltere/İrlanda
Orijinal Dili : İngilizce
Filmin Süresi : 107 dakika
Kanlı Pazar Filminin Konusu
30 Ocak 1972 yılında İrlanda’nın Derry kentinde yapılan insan hakları yürüyüşü sırasında İngiliz paraşütçüler tarafından üzerlerine ateş açılan 14 sivil ölmüş ve olay tarihe Kanlı Pazar olarak geçmişti. “Bloody Sunday” bu olayları konu alan belgesel nitelikli bir drama filmi.

Patronlar Süzme Orospu Çocuğu/Tozasor

“Patronlar, Mesai Saatleri, Mor Duvarlar, Süzme Orospu Çocuğu”

çalışma saatleri
sömürüye açık
ve her zaman açık olacak
14 saatin sonunda
mor duvarlarla kaplı odana gelirsin
ve yapacak hiçbir şey yoktur
çünkü harcanmışsındır
bozuk paralar gibi,
oturamazsın
uyuyamazsın
yemek yiyemezsin
hatta işeyemezsin
sadece düşünceden yoksun kafan
yastığın üstündedir artık ve
daha harikulade günleri düşlersin
daha güzel günleri hayal edersin
asla gelmeyen ve
gelmesi zor olan günleri

VAHŞETİN ÇAĞRISI- JACK LONDON

Bir Adamın Sevgisi Uğruna


John Thornton'ın ayağı geçen Aralık ayında donduğunda arkadaşları ona rahat bir yer hazırlayıp iyileşmesi için bırakmış, kendileri de Dawson'a gitmek için bir sal yapmak üzere ağaç kesmeye, nehrin yukarısına doğru gitmişti. Thornton Buck'ı kurtardığı sırada hâlâ hafifçe topallıyordu, ama havalar ısındıkça hafif topallaması bile geçti. Ve Buck oracıkta, nehir kıyısında uzun ilkbahar günleri boyunca yatarak, akan suyu izleyerek, tembelce kuşların cıvıltılarını ve doğanın mırıltılarım dinleyerek, yavaş yavaş yeniden kuvvetini kazandı.
Üç bin mil gittikten sonra dinlenmek ona çok iyi gelmişti ve doğrusunu söylemek gerekirse, yaraları kapanır, kaslan şişer ve kemikleri yeniden etlerle kaplanmaya başlarken, Buck tembelce yayılmaktan başka hiçbir şey yapmadı. Aslında hepsi -Buck, John Thornton, Skeet ile Nig- kendilerini Dawson'a taşıyacak olan salın gelmesini beklerken aylaklık ediyorlardı. Skeet, Buckla hemen arkadaş olan bir irlanda seteriydi. Buck ölmek üzereyken Skeet'in ilk yaklaşımlarını geri çevirememişti. Skeet'te bazı köpeklerde olan doktorluk becerisi vardı ve tıpkı yavrularını yıkayan bir anne kedi gibi, o da Buck'ın yaralarını yaladı ve temizledi. Düzenli olarak her sabah Buck kahvaltısını bitirdikten sonra kendine vazife edindiği işini yapıyordu; öyle ki, bir süre sonra tıpkı Skeet'in Thornton'ın yaptığı yardımları araması gibi, Buck da onunkileri istekle beklemeye başlamıştı. Aynı derecede dost canlısı olan, ama bunu daha az gösteren Nig ise kocaman siyah bir köpekti, birinin koku alma duyusu çok iyi olan, diğerinin vücudu iri olan iki farklı tazı cinsinin bir karışımıydı. Gözlerinin içi gülüyordu ve son derece iyi huylu bir köpekti.

Elektrik dağıtımı özelleşti; acısını halk çekecek...

Türkiye'nin en büyük elektrik dağıtım bölgesi Boğaziçi Elektrik'in özelleştirme ihalesinde devler yarıştı. Açık artırmada hiçbir firma teklif vermeyince ihaleyi İş-Kaya-MMEKA 2.99 milyar dolarlık teklifiyle kazandı. Gediz Elektrik Dağıtım'ın özelleştirilmesi ihalesini Boğaziçi Elektrik'i de alan İş-Kaya-MMEKA kazandı. Grubun teklifi 1 milyar 920 milyon dolar oldu. Kazancı-Karamehmet ortaklığının iki ihaledeki toplam teklifi 5 milyar doları buldu. Uzmanlar uyarıyor: Bu rakamların acısını abone çekecek
 Türkiye'nin en büyük elektrik dağıtım bölgesi olan Boğaziçi Elektrik Dağıtım'ın özelleştirmesi yapıldı. 10 grubun teklif verdiği ihalede elemesiz turda en yüksek teklif 1.01 milyar dolar oldu; elemeli turlara geçildi. 1. elemeli turda tutar 2 milyar 90 milyon dolara çıktı ve KCETAS-Ayen OGG elendi.
İkinci elemeli turda teklif 2 milyar 405 milyon dolara çıktı ve Enerjisa ihale dışı kaldı. Üçüncü elemeli turda tekli 2 milyar 725 milyon dolara ulaştı, Limak İnşaat elendi. İhalede dördüncü elemeli turda tutar 2 milyar 895 milyon dolara çıktı ve IC İçtaş İnşaat elendi. İhalede son elemeli turda Kolin İnşaat elendi. Kalan beş firmayla açık artırma 2 milyar 980 milyon dolardan başladı.

ABD'de sosyalizme dair 9 mit

Glenn Beck ve diğer aşırı sağcı multi-milyonerler, ABD'nin sosyalizme giden yolda olduğunu iddia ediyor.
İddialarının bir kısmı, Birleşik Devletler'in çalışanlarsına ve yoksullarına karşı diğer ülkelerden daha cömert ve destekleyici olduğu. İnsanlar bunun öyle olmasını dilerdi, ama değil.
Senatör Patrick Moynihan'ın dediği gibi "Herkesin kendi görüş hakkı vardır, ama kendi gerçeği hakkı yoktur."
Gerçek şu ki, ABD çalışanlarımıza ve yoksul insanlarımıza karşı diğer ülkelere göre gerçekten o kadar da cömert değil.
ABD'yi, OECD'nin (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) oluşturulmasında kendisine katılan 30 ülkeyle karşılaştırmalı olarak inceleyelim. Bu 30 ülke Kanada'yı ve ABD'yle en kıyaslanabilir Avrupa ülkelerini içeriyor, ama aynı zamanda Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Macaristan, Kore, Meksika, Polonya, Slovakya ve Türkiye gibi mücadele içinde olan ülkeler de bunlara dahil.
Bu 30 ülkenin ABD ile karşılaştırılmasına baktığınızda, ABD'nin sosyalizme doğru alabildiğine gittiğine dair palavra mitler aniden yok olur. Aşağıda direnemeyen mitlerden bazı örnekler var:

''EVET'' için herşey mübahtır...

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi: Referandumda 'evet' demek insanî ve vicdanî bir borçtur dedi.

12 Eylül'de referanduma sunulacak anayasa değişikliğine, Erzurum'un manevi dinamiklerinden Mehmet Kırkıncı Hocaefendi'den de destek geldi.

"Hürriyete giden her adıma, bu millet daima 'evet' demiştir." diyen Kırkıncı, cumhurbaşkanını halkın seçmesi için yapılan referandumda olduğu gibi milletin bir kez daha demokrasi karşıtlarına ders vereceğini düşünüyor. 'Evet' demenin insani, İslami ve vicdani bir borç olduğunu vurgulayan Kırkıncı, Bediüzzaman Said Nursi'nin 'necip millet' diye tanımladığı Türk halkının sandık başında vicdanının sesine kulak vererek sağduyu ile hareket edeceğine inanıyor: "Referanduma siyasi mülahaza ile yaklaşmak doğru değil. Anayasa Mahkemesi paketi inceledi, ekseriyet itibarıyla reddetmedi ve kabul etti. Son sözü millete bıraktı. Şimdi bu kadar merhalelerden geçerek önümüze gelen yasa değişikliğine siyasi yaklaşarak kafaları karıştırmayı doğru bulmuyorum."

Vahşetin Çağrısı-5 Jack London

Kızak Çekmenin Zorluğu


Dawson'dan ayrıldıktan otuz gün sonra Salt Water Postası, Buck ve arkadaşlarının önderliğinde Skagway'e vardı. Perişan haldeydiler, çok yorulmuş, bitip tükenmişlerdi. Buck yetmiş kilodan elli yedi kiloya düşmüştü. Arkadaşları daha hafif olmalarına rağmen ona oranla daha fazla kilo kaybetmişlerdi. Hep hasta numarası yapan Pike sahtekâr zamanlarında sık sık başarıyla ayağı yaralanmış numarasını yaparken, şimdi gerçekten topallıyordu. Sol-leks de topallıyordu ve Dub'ın kürek kemiği burkulmuştu.

Hepsinin ayakları korkunç derecede şişmişti. Ayaklarında hiçbir yaylanma, sıçrama gücü kalmamıştı. Ayakları yere ağır ağır basıyor, vücutlarını sarsıyor, günün yol yorgunluğunu iki katına çıkarıyordu. Ölümüne yorgun olmaları dışında bir sorunları yoktu. Bu ölümüne yorgunluk da kısa süreli zorlanmadan gelen ve birkaç saat dinlenmekle geçirilecek türde değildi; bu aylardır kızak çekmekten, kuvvetlerinin yavaşça ve uzun süredir tükenmesinden gelen bir yorgunluktu. Takatleri, kullanacakları yedek güçleri kalmamıştı. Hepsini, en ufak kırıntısını bile kullanmışlardı. Her kas, her lif, her hücre ölümüne yorgundu. Bunun da sebebi vardı. Beş aydan kısa bir süre içinde iki bin beş yüz mil yol gitmişlerdi, bunun son bin sekiz yüz milinde ise sadece beş günlük mola vermişlerdi. Skagway'e vardıklarında bacakları neredeyse tutmuyordu. Koşumları güçlükle gergin tutabiliyor, yokuş aşağı indikleri yerlerde kızağın önünden zar zor kaçabiliyorlardı. Skagway'in ana caddesinden aşağıya yalpalayarak giderlerken sürücü onları, "Çekmeye devam zavallı şiş ayaklılar," diye cesaretlendirmeye çalışıyordu.

DELİ DELİ OLMA - İZLE

Yapım:2008 ~ Türkiye
Tür:Dram, Komedi
Yönetmen:Murat Saraçoğlu
Senaryo:Hazel Sevim Ünsal
Yapımcı:Tolga Aydın
Görüntü Yönetmeni:Mustafa Kuşcu
Müzik:Mehmet Erdem, Özgür Akgül
“93 Harbi” sonrasında Çar’ın Rusya’da yaşamasını istemediği Malakan kavminin bir kısmı Kars’a göçe zorlanır. Göç edenler arasında Mişka’nın (Tarık Akan) ailesi de vardır. Filmde Mişka 70’li yaşlardadır. Bir zamanlar köyün değirmenini işleten Mişka, modern makineler çıktıktan sonra, işini yapamamış ve maddi sıkıntıya düşmüştür. Köyün huysuz ihtiyarı Popuç (Şerif Sezer), Mişka’dan nefret eder ve köyde yaşamasını istemez. Köylüler bir zarar görmedikleri hatta sevdikleri kendi halinde, barışçı, yardımsever Mişka ile Popuç arasında kalmışlardır. Popuç, oğlu Şemistan (Levent Tülek), gelini Figan (Zuhal Topal) ve üç torunuyla yaşar. Torunlarından en küçüğü Alma dik başlı, sevecen bir kızdır ve doğuştan iyi bir müzik kulağına sahiptir. Alma’nın öğretmeni Metin, Alma’daki yeteneği fark etmiştir ve kesinlikle değerlendirilmesi gerektiğini düşünür. Alma ve Mişka arasında sıcacık bir dostluk vardır. Metin öğretmenin uğraşları sonucunda Alma konservatuar sınavlarına girer.

CAMERON, İNGİLTERE'NİN YÖRÜNGESİYLE OYNUYOR

Geleneksel İngiliz politikası Hindistan'la Pakistan arasında bir tercih yapmak gerektiğinde her zaman Hindistan'ın yanında yer almıştır. Gerek Hindistan alt kıtasının bütünüyle sömürü yıllarında, gerekse Hindistan ve Pakistan'ın 1947 yılında bölündüğü dönemlerde İngiltere her zaman Hindistan ve Hindu tarafını tercih etti. Bunun en somut örneği ise Keşmir sorunudur. İngiltere, bölünme sürecinde nüfusunun yüzde yetmişlere varan kısmı Müslüman olan, etnik ve kültürel açıdan kendini Pakistan'a daha yakın hisseden Keşmir'in statüsünde bir belirsizlik yaratarak, Keşmir'i Hindistan'a adeta sunmuştur. Ve bu sorun, maalesef 1947 yılından bu yana Güney Asya'nın istikrarsızlaşmasında da en önemli rolü oynamaktadır.

Başbakan'a 3 eşli danışman

Avrupa Milli Görüş Teşkilatı Genel Başkanlığı yapan, "şeyhülislam seçilen", Başbakan Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığına getirilen Ali Yüksel'in "üç eşli" olduğu ortaya çıktı. Yüksel niyetinin "dörde kadar gitmek" olduğunu açıklarken çokeşliliğini "sünnet bir ibadet" olarak nitelendirdi.Cumhuriyet Gazetesi'nde İlhan Taşcı imzası ile yayınlanan habere göre, CHP Konya Milletvekili Atilla Kart’ın soru önergesiyle eski Avrupa Milli Görüş Teşkilatı Genel Başkanı, Almanya’da “şeyhülislam seçilen”, AKP Grup Başkanvekili Suat Kılıç’ın kayınpederi olduğu belirtilen Ali Yüksel’in Başbakanlığa danışman olarak atandığı ortaya çıktı.
Gazeteci Fehmi Çalmuk’un kaleme aldığı “Merak Edilen Kızlar” isimli kitapta, Yüksel çokeşliliğin “iyi ve zor yanlarını” ayrıntılı olarak anlattı. Kitapta, Yüksel’in üçüncü eşi Dilber Yüksel ile yapılan röportaja da yer verildi.

ROSA LUXEMBURG ve KENDİLİĞİNDEN HAREKET

1. Kendiliğindenlik tartışmasında Rosa’nın yeri

Sosyalist hareketlerin tarihinde kendiliğinden hareket tartışmalarının en yoğun dönemi R. Luxemburg ile başlar. Rosa bu konudaki 1906 itibaren geliştirdi. Yaşadığı dönemde genel olarak kendiliğinden hareketin yanında, özel olarak dönemin öne çıkan parti anlayışlarının (Alman Sosyal Demokrat Partisi-SPD ve Rus Sosyal Demokrat Partisi-RSDİP) karşısındadır. Öncelikli muhatabı, kendinin de üyesi olduğu SPD’dir.
Dönemin en devasa örgütlü gücü SPD karşısındaki bu duruş, geniş ve derin yankılar uyandırabilmiştir. Tek başına bu bile, kendiliğindenlik üzerine görüşünü daha yakından incelenmeye değer kılar. Diğer yandan bir başka olgu, perspektifini zemini oluşundan ötürü ayrıca önem taşır: Rosa Luxemburg tüm yaşamı boyunca örgütlü mücadeleden hiç kopmamıştır. Kendiliğinden harekete ilişkin görüşlerinin şekillendiği dönemde hem Polonya hem de Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin üyesidir. SPD’den kopuş sürecinde önce “Spartakist”lerin, ardından KDP (Alman Komünist Partisi) oluşumunda yer almıştır. Bu temelde kendiliğindenlik savunusu partiye karşı oluş temelinde biçimlenmemiştir. Partinin gerekliliğini reddetmez. Anlaşmazlığı SPD ve RSDİP’in partiye biçtikleri role ilişkindir.

CHP, HES'i seviyor...

      Kılıçdaroğlu Doğu Karadeniz gezisinde HES'yleri es geçerken, CHP eski Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal, hidroelektrik santrallere (HES) karşı mücadele verenleri açıktan eleştirdi: “Şimdi öyle bir noktaya geliyoruz ki, HES Türkiye'ye kurulmuş bir tuzak olarak görülüyor. Arkadaşlar HES enerji üretir...”
Anayasa referandumu kampanyasını seçim kampanyasına çeviren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Doğu Karadeniz turunda çaydan fındığa her konuya değinerek 'siz yeter ki referandumda hayır deyin, gerisini biz hallederiz' dedi. Ama nedense sıra bir türlü HES'lere gelmedi.
Rize ve Artvin'de HES'lere karşı kitleselleşen ve yer yer kazanımlar elde eden harekete rağmen, CHP Genel Başkanının konuyla ilgili bir sey söylemediğine dikkat çeken çevreciler ve yaşam savunucuları bunu şöyle yorumladı: 'Durum çok açık. Olası CHP iktidarı HES sorununu hiçbir şekilde çözmeyecek, mücadele devam edecek...'


Anayasa değişikliği Halkın Haklarına saldırıdır.


Anayasa değişikliklerinden bir kez daha anlaşılmaktadır ki AKP’nin özgürlük dediği sermayenin sömürü özgürlüğüdür. Sermaye için tanımlanan girişim özgürlüğünün bizim hayatımızdaki yansımaları açıktır: İşçiyi özgürce sömürme, emek gücünden faydalandıktan sonra özgürce işten atma, ormanları özgürce katletme, dereleri özgürce kurutma, evlerimizi özgürce gasp etme… AKP iktidarının Anayasa düzenlemeleri halkı sermayeye tutsak eden bu özgürlükleri güvence altına almaktadır. Anayasa’nın 125. maddesinde yapılan değişiklikle bu niyet açıkça ifade edilmektedir. Hükümetin icraatlarına dair yargının “kamu yararı”nı gözeterek vermiş olduğu “yürütmeyi durdurma ve iptal kararları”nı engellemek amacıyla yargıya “yerindelik denetimi yapma yasağı” getirilmektedir. Yıllardır yürütülen mücadeleler sonucunda “çevre davaları”nda “yurttaş” olmanın dava açma ehliyeti için yeterli olduğu kabul ettirilmiş, çevreyi yok eden altın madenleri, ulaşım zamları, derelerin sermaye tarafından gasp edilmesi, güvencesiz çalıştırmaya dair birçok düzenleme ve özelleştirmeler, halkın mücadelesiyle birlikte yargının bu uygulamaları “kamu yararına aykırı” bularak vermiş olduğu kararlarla durdurulmuştur. Şimdi AKP iktidarı, “kamu yararı” gerekçesiyle yapılan denetimleri yasaklayarak halkın güvenceli iş, insanca yaşam ve yaşanabilir bir çevre taleplerine saldırmaktadır.

Çocuk Hakları Sözleşmesi

Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenmiş 2 Eylül 1990 tarihinde de yürürlülüğe girmiştir. Türkiye de dahil olmak üzere yaklaşık 142 ülke ya sözleşmeyi imzalamış ya da onay ve katılma yoluyla Taraf Devlet durumuna gelmiştir.

Madde 1
Bu sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır.

Uçurtma Avcısı - İZLE

Yapım:2007 ~ ABD, Afganistan, Pakistan
Tür:Dram
Yönetmen:Marc Forster
Senaryo:David Benioff
Senaryo (Kitap):Khaled Hosseini
Yapımcı:Sam Mendes, Laurie MacDonald, Walter F. Parkes
Görüntü Yönetmeni:Roberto Schaefer
Müzik:Alberto Iglesias
Süre:2 saat 8 dk
Afgan yazar Khaled Hosseini’nin(Halit Hüseyni) aynı adlı çok satan romanından uyarlanan “Uçurtma Avcısı-The Kite Runner”da, uzun yıllardır Kaliforniya’da yaşayan Amir adlı bir Afgan göçmeninin, çocukluk arkadaşı Hasan’ın oğlunun başının dertte olduğunu öğrendikten sonra ona yardımcı olmak için Taliban yönetiminin kontrolündeki anavatanına geri dönüşünün çarpıcı öyküsü anlatılır.