SINIF UZLAŞISI OLARAK BEDELLİ - Tuncay ARAR

Paran kadar vatandaş, paran kadar öğrenci, paran kadar hasta ve paran kadar asker ol, savaş ve öl!

 Bedelli askerlik şu günlerde ilgili ilgisiz herkesin ağzında. Olması da kaçılmaz gibi. Devletin psikolojik askeri siyasal baskı ile Kürt halkını sisteme yeniden ekleme, ülkede neoliberal yeni sömürge düzenin kurulmasında etkilerinin daha yakıcı hissedilmesi ve özellikle Ortadoğu’da Amerikan jandarmalığının savaşı içinde olduğu bir süreçte insan hayatının pazarlık söz konusu bile olmadığı çok açık. Sorun şu; bu savaşlarda insanlar zarar görecektir, ölecektir ama hangileri?
Neoliberal dönüşümün getirdiği yıkımlar senenin başında kriz kapıda yok teğet geçti safsatası ile geçerken işsizliğe muhteşem bir formül bulunmuştu. Hiçbir Mehmet açlıktan ölmeyecekti kredi kartı borcundan kendini asmayacak cinnet geçirmeyecekti. İşte bir savaş cephesinde bulunan çözüm tüm mevzilere sirayet ediyor, genişliyordu. Artık açsan yoksulsan askere gideceksin para kazanacaksın jandarma olup Suriye'de komando olup dağlarda olacaksın. Ölmemek için öldüreceksin çözümü oluşturuldu ve bu formülün adı ‘’PARALI ASKERLİK’’ oldu.

Protesto mu ettin? Al sana 52 yıl! - Mehveş Evin

Son yılların en önemli davalarından biri olan “Ankara Hopa davası”, 9 Aralık’ta başlıyor. Bu dava çok önemli çünkü, her vatandaşın demokratik hakkı olan “protesto etme hakkı”nı ilgilendiriyor. Ne de olsa Hopa olayı ve protestolar çerçevesinde tutuklanan, çoğu üniversite öğrencisi 29 kişiye yönelik suçlamalar, yarın öbür gün en ufak bir protesto için de örnek teşkil edebilir.
Peki 31 Mayıs’ta, Hopa ve Ankara’daki olaylardan nasıl bugüne gelindi?
HOPA OLAYI: Başbakan Erdoğan’ın seçim konvoyu, miting için gittiği Hopa’da bazı göstericiler tarafından taşlandı. Polis, bunun üzerine HES protestosu yapanlara yönelik çok sert müdahalede bulundu. Başbakan’ın bir koruması otobüsten düşerek yaralanırken, Hopa’da da onlarca kişi yaralandı, gözaltına alındı, Lokumcu hayatını kaybetti. Hopa’da tutuklanan 16 kişiden yedisi hâlâ cezaevinde, yargılanmayı bekliyor.
ANKARA PROTESTOSU: Bu olaylar üzerine aynı akşam Ankara’da, KESK’in çağrısıyla bir protesto düzenlendi. Daha doğrusu düzenlenemedi. AKP İl Başkanlığı önünde yapılmak istenen basın açıklaması engellendi, polis müdahale etti. Göbeğine darp edilen, kalçası kırılan Dilşat Aktaş, öldü sanılarak yol ortasında bırakıldı. (Aktaş şimdi bu olayın mağduru değil, sanığı!) 54 kişi gözaltına alındı, bunlara ev baskınları da eklendi. Bugün Ankara’daki gösterilere katılan 22 kişi, tutuklu olarak yargılanmayı bekliyor. Ancak bu kişilerin gözaltında işkence ve cinsel tacize uğradıklarından bahseden pek yok.

Filistin’le dayanışma eylemi
SUÇLAMALAR NE?: Tutuklamalardan dört ay sonra açıklanan iddianamede “iktidara muhalefet etmek” ve “sol görüşlü olmak” suç kabul ediliyor. Deliller arasında 70’lerde toplama kararı alınan kitaplar, “olay yeri”nde bulunan flama boruları, tabip odası şemsiyesi, üniversitelilerin not defterleri, feminist politika dergisi yer alıyor. Ayrıca 79 yıllık Halkevleri, “silahlı terör örgütünün güdümünde” olmakla suçlanıyor.

Yezidilikte tanrı dünyanın sadece yaratıcısıdır, ancak sürdürücüsü değildir | Ezidi -Yezidiler

Yezidilik (Arapça: يزيدية, Farsça:یزیدیان, Kürtçe: Êzidîtî, Êzidîyên), Ortadoğu kökenli bir dindir. Şeyh Adi tarafından kurumlaştırılmış olan bu dinde inananların tamamı Kürt olup, ağırlıklı olarak Irak'ın Musul kentinde yaşamaktadırlar. Suriye, Türkiye, İran, Gürcistan ve Ermenistan'da da cemaatleri bulunan Yezidiler'in bugünkü toplam sayısının 1,000,000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca başta Almanya ve İsveç olmak üzere Avrupa ülkelerinde de birçok göçmen Yezidi yaşamaktadır.
melek_tavus1970'li yıllara kadar özellikle Urfa-Viranşehir'de yoğun olarak yaşayan ve sayıları 80.000'i bulan Türkiye Yezidileri, 1980'lerle beraber yurtdışına göç etmeye başlamışlardır. 1985 yılında 23.000'e inen sayıları, 2007 yılında 377'ye kadar (Urfa'da 243, Batman'da 72, Mardin'de 51, Diyarbakır'da 11 kişi) gerilemiştir. Türkiye Yezidilerinin büyük bir kısmı bugün Almanya'da yaşamaktadır, Avrupa Parlamentosu üyesi Feleknas Uca bunlardan biridir."Yezidi" kelimesi bu dinin tanrısı olan Azda kelimesinden türetilmiştir.
Laliş (Kuzey Irak)
Yezidilik'in önceki ilahi dinlerde anlatılan, Düşmüş meleğin, yaratıcının buyruğuna rağmen insan karşısında eğilmeyip saygı göstermemesi, onun aslında ne kadar asil olduğunun tüm evrene ispatıdır ve yaratıcı tarafından sınanmıştır. İşte bu sınavı başarı ile verip tüm insanlığın ve dünya işlerinin başına geçme hakkını kazanmıştır diye düşünülür.

İnat Hikayeleri - İZLE

Oynayanlar : Tuncel Kurtiz, Sabri Tutal, Kemal Gültekin, Ali Başkan, Aslı Sulan
Yönetmen : Reis Çelik
Yapımcı : Reis Çelik , Adil Kaya
Senaryo : Reis Çelik
Görüntü Yönetmeni : Reis Çelik
Müzik : Reis Çelik
Konusu : Kış aylarında köyün şehirle ulaşımını sağlayan at kızağına bir rakip çıkmıştır.Kızakçı Daşo’nun rakibi kırmızı minibüstür. Ama kızakçı kışın buz tutan Çıldır gölü üzerinden kestirme gittiğinden minibüsün göle giremeyeceğini ve yeni rakibinin kendisinden hızlı olamayacğını iddia etmektedir. Oysa minibüsçü’nün bu inatlaşmadan galip gelmek için başka bir planı vardır. Bu ikilinin arasında yarış devam ederken kızak ve minibüsün yolcularından tanınmış aşıklar ve hikaye anlatıcıları da bu kıyasıya yarışa katılmışlar ve İNAT üzerine birbirinden güzel öyküler anlatmaktadırlar. Anlatılan öykülerden” LADES”,”5 KIRIK ÇÖP BİR KIRIK KALP” ve “CAMBAZ ŞAHO” canlandırılmaktadır.
Gülmeyi ve ağlamayı içiçe sunan bu filmin Anadolu Halk Edebiyatınının, ”Aşıklama” “Doğaçlama” yöntemini sinemaya taşıyan ilk film örneğidir.
Film oldukça farklı bir yöntemle çekildi. Deneyimli oyuncu Tunçel Kurtiz ve yönetmen Reis Çelik’ten oluşan iki kişi dışında hiç kimse olmadan bölgeye gidildi. Filmin senaryosu tek sözcüktür.”İNAT”. Bu sözcükten doğaçlama yapılarak film ortaya çıkarıldı.

İnsanlığın öyküsü Adem ve Havva ile başlıyor öyle mi?

 Eski bir yahudi efsanesine göre, bu öykü Adem'le Havva'dan öncesine uzanıyor. Yani Adem'in ilk eşi Havva değil, Lilith adında bir kadındır. Ama, tarih boyunca gizlice aramızda dolaşıp, her kadın-erkek tartışmasında kendini gösterse de onu çok az tanıyoruz.Sözü edilen efsane şöyle başlıyor: Tanrı topraktan Adem ile Lilith'i yaratır. Mutlu mutlu yaşasınlar diye onları cennete yerleştirir. Ama bu iki insan çifti bir türlü huzur bulamaz. Sorunları mı? Günümüz çiftlerinin sorunlarından farklı değildir. Adem ilişkide her alanda söz sahibi olmak ister. Ancak Lilith buna karşı çıkaÖzellikle cinsel ilişki sırasında Adem'in hep üstte yer almasını aşağılayıcı bularak itiraz eder. Kendisinin de Adem gibi topraktan yaratıldığını, yani eşit olduklarını savunur. Adem ise kendini, bağışlayan, bereketli gökyüzü; Lilith'i de ürün veren toprağa benzeterek bu şekilde birleşmek konusunda diretir. Adem tavırlarında ısrar edince, Lilith, birlikte yaşamalarının zor olacağına karar verip Tanrı'nın söylenmemesi gereken adını anarak göğe doğru yükselir. Sahip olduğu olanakları terk eden Lilith'in yeri artık dışlanmışların arasındadır. Çevresindeki cinlerle ve cinlerin kralı Şamael (Şeytan) ile ilişkiye girer ve onlardan çocuklar doğurur.

Temiz, iyi aydınlatılmış bir yer çok farklı bir şeydi - Ernest Hemingway


Epey geç olmuştu ve ağacın yaprakları elektrik ışığını kapattığından gölgede kalmış yaşlı adam haricinde, kafedeki herkes gitmişti. Sokak gündüz toztopraktı ama gecenin nemi tozları götürmüştü ve yaşlı adam geç saatlere kadar oturmayı seviyordu çünkü sağırdı ve geceleyin etraf sessizleştiğinden farkı hissediyordu. İçerideki iki garson yaşlı adamın biraz sarhoş olduğunu biliyordu ve iyi bir müşteri olmasına rağmen çok sarhoş olursa parayı ödemeden gideceğini bildiklerinden gözlerini adamdan ayırmıyorlardı.
Garsonlardan biri “geçen hafta intihara kalkışmış” dedi.
“Niye?”
“çaresizlikten”
“Nesi varmış?”
“ Hiç”
“Hiç olduğunu nereden biliyorsun?”
“Çok parası var”
Kafenin kapısının yanında, duvara bitişik bir masada oturuyor ve rüzgarla hafif hafif sallanan ağaçların gölgelesinde oturan yaşlı adam hariç tüm masaların boşaldığı terasa bakıyorlardı. Caddeden bir asker ve kız geçti. Elektrik direğinin ışığı askerin yakasındaki rütbeyi aydınlattı. Kızın başında bere yoktu ve adamın yanında hızlı hızlı gidiyordu.
Bir garson “devriyeler yakalayacak” dedi.
“ Adam istediğini elde ettikten sonra ne farkeder?”
“Caddeden sapsa iyi eder, devriyeler yakalayacak, beş dakika önce geçtiler”
Gölgede oturan yaşlı adam bardağıyla tabağa vurdu. Genç olan garson adamın yanına gitti.
“Ne istiyorsun?”
Yaşlı adam ona baktı “bir brandi daha” dedi.
Garson “sarhoş olacaksın” dedi. Yaşlı adam ona baktı, garson gitti.
Arkadaşına “bütün gece oturacak” dedi. “uykum geldi, hiçbir zaman saat üçten önce yatmıyorum, geçen hafta kendisini öldürmeliydi”

Çeşitli Yaratılış Mitleri

1) Musevi-Hıristiyan ve İslam İnançlarının doğuşuYahudi Torah ve Hıristiyan İncil’in ilk kitabı olan Cenesis/Genesis iki yaratılış hikayesi barındırır. Bunların ikisi de Musevi, Hıristiyan ve İslami inançlarda dünyanın yaratılışı olarak kabul edilir. İlkinde Tanrı “Işık olsun,” der, ışık meydana gelir. Altıncı günde Tanrı gökyüzünü, toprağı, bitkileri, ayı, güneşi, hayvanları ve insanları yaratır. Yedinci günde Tanrı dinlenir ve yarattıklarını düşünür.
İkinci hikayede Tanrı ilk insan Adem’i topraktan yaratır, cennete/bahçeye koyar ve yasak ağaçtan elma yememesini öğütler. Adem yalnızdır. Tanrı Adem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır. Konuşan bir yılan Havva’yı elmayı yemesi için ikna eder, Havva da Adem’i. Tanrı öğrendiğinde onları cennetten kovar ve ölümlü yapar.

Kitle ve İktidar - Elias Canetti


“Güç” sözcüğü, etkisi bakımından doğrudan ve burada olan bir şeyi, iktidardan daha dolaysız bir biçimde zorlayıcı bir şeyi akla getirir. “ Fiziksel Güç” deyişi, gerçekte aynı fikrin yalnızca daha açık bir ifadesidir; çünkü daha aşağı ve kaba dışavurumların içindeki iktidar, her zaman güç olarak daha iyi betimlenmiştir; örneğin avın yakalanıp ağza götürülmesi güç aracılığıyla gerçekleştirilir. Güç kendisine zaman tanındığında iktidar haline gelir, ama kriz anı, geri dönüşsüz karar anı gelince güç çıplak güç haline döner. İktidar daha geneldir ve güçten daha geniş bir uzam üzerinde işler; iktidar çok daha fazlasını içerir ama daha az dinamiktir. İktidar daha törenseldir, hatta belirli bir sabır ölçüsü vardır. Güç ve iktidar arasındaki ayrım kedi ile fare arasındaki ilişkiyle çok basit bir biçimde örneklenebilir.Kedi, gücü, fareyi yakalamak, onu ele geçirmek, pençelerinin arasında tutmak ve nihai olarak da öldürmek için kullanır. Ama fareyle oynamasında bir başka etken daha vardır. Kedi farenin gitmesine izin verir, birazcık kaçmasına, hatta arkasını dönmesine fırsat tanır; bu süre boyunca fare artık güce maruz değildir. Ancak hala kedinin iktidar [alan]ının içindedir ve her an tekrar yakalanabilir. Derhal uzaklaşırsa, kedinin iktidar alanından kaçar; ama, artık ulaşılamayacak olduğu noktaya varana kadar hala kedinin iktidar alanının içindedir. Kedinin egemen olduğu uzam, fareye yaşattığı umut anları, bir yandan da bütün bu zaman zarfında onu yakından izlemeyi sürdürmesi ve onu yok etmeye gösterdiği ilgiyi ve yok etme niyetini asla elden bırakmaması; bunların hepsine, yani uzam, umut, dikkatle izleme ve yok etme niyetine iktidarın fiili bedeni, ya da daha basit bir biçimde, iktidarın ta kendisi denebilir.

34 yıl sonra Mahir Çayan'ın şiirleri

"Hindistan’ın Kalküta şehrinde/ Benerci kendini vurdu/ Türkiye’nin İstanbul’unda, / Hüseyin’i vurdular." Bu dizeler Mahir Çayan'a ait. Bir devrimcinin, sözünü silah eylediği dizelerini ANF 34 yıl sonra okurlarıyla buluşturdu..Türkiye devrimci hareketinin önemli isimlerinden biri olan THKP-C Lideri Mahir Çayan’ın sadece 1977 yılında Kurtuluş dergisinde yayınlanan şiirlerini, 34 yıl sonra ilk kez ANF yayınlandı.

“Derin bir rutubet kokusu yayılıyor etrafa.
Oda ama ne oda: Hücre hücre…
Kapısına kilit vurmuşlar.
Burası Türkiye, Mozambik, Angola, Endonezya, Brezilya.
Güneşi göremeyenler diyarı."

Sözünün arkasında eylemiyle duran bir devrimcinin, sözünü silah ve eylem haline getirdiği bu dizeler, Kurtuluş Dergisi'nin Mart 1977 tarihli 10. sayısında yayınlandı. Daha sonra da başka bir yerde rastlanmadı. Mahir Çayan'ın bir yoldaşının ANF'ye ulaştırdığı bu dizelerde, bir devrimcinin umudu, özlemi ile kavgası var.

Düşman: demokrasi – Slavoj Žižek

‘Wall Street ve St Paul’s Katedralindeki protestolar, odaklanma eksiklikleri, tam oturmamış doğaları ve bunların tümünün üzerinde, mevcut demokratik kurumlara katılmayı reddetmeleri ile, birbirine benziyor’, diye yazmış Anne Applebaum Washington Post’ta. ‘Londra ve New York protestocularının kendileri ile açıktan (ve saçma bir şekilde) benzerlik kurdukları Tahrir Meydanı’ndaki Mısırlıların aksine,’ diye devam ediyor, ‘bizim demokratik kurumlarımız var.’ Tahrir Meydanı’ndaki protestoları, Applebaum’un yaptığı gibi, Batı tarzı demokrasi talebine indirgedikten sonra, elbette Wall Street protestoları ile Mısır’daki olaylar arasında benzerlik kurmak saçma olacaktır: Batıdaki protestocular, zaten sahip oldukları bir şeyi niye talep etsinler ki? Applebaum’un gözden sakladığı ise, küresel kapitalist sistem karşısında, yerine göre farklı biçimler alan genel bir hoşnutsuzluk olasılığı.Ancak şunu da kabul ediyor, ‘Yine de uluslararası İşgal hareketinin sağlam meşru önermeler üretememesi bir şekilde anlaşılabilir bir durum: Hem küresel ekonomik krizin kaynakları hem de buna karşı çözümler, tanımı gereği, yerel ve ulusal politikacıların yeterliliğinin dışında.’ Ve şu sonucu çıkarmak zorunda kalıyor: ‘Küreselleşmenin Batı demokrasilerinin meşruiyetini baltalamaya başladığı açık bir gerçek.’ Protestocuların dikkat çekmek istediği nokta tam da bu: Küresel kapitalizm demokrasiyi baltalıyor. Bunu mantıksal olarak izleyen sonuç ise, ekonomik yaşamın yıkıcı sonuçlarını yönetme becerisine sahip olmadığı kanıtlanmış olan çok taraflı ulus devletlere dayalı olarak, demokrasinin, sahip olduğu mevcut biçimin ötesine nasıl genişletileceği üzerine düşünmeye başlamamız gerektiği. Ancak Applebaum bu adımı atmak yerine, suçu bu sorunları ortaya koydukları için protestocuların kendisine atıyor:

Fidel Castro: G-20 Toplantısı

Havana, 06 Kasım 2011 (Prensa Latina) Küba Devrimi Lideri Fidel Castro'nun son yazısını okurlarımızla paylaşmaktan gurur duyarız.
G-20 Toplantısı
Yarın G-20 Toplantısı başlıyor, gezegendeki en gelişmiş ve en zengin ülkelerin toplantısı: ABD, Kanada, Almanya, Büyük Britanya, Fransa, İtalya, ayrı bir kurumsallık üzerinden katılmakta olan Avrupa Birliği, NATO’nun önde gelen müttefikleri Japonya, Güney Kore, Avustralya, Türkiye ile günde 9.4 milyon varil ham petrol üretimiyle Batılı ülkelerin hizmetinde olan Suudi Arabistan. Hepsi yanyana bir masada, diğer yanda ise artmakta olan ekonomik güç ve siyasi etkileriyle dünyanın çile çeken geniş yığınlarının tepkilerini dile getirme ehliyetine sahip Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Brezilya, Arjantin ve Meksika.
NATO üyesi olan İspanya’nın sadece “davetli ülke” olduğunu hatırlatayım.
Bu toplantı büyük sanayi üreticileriyle hammadde sağlayıcıları arasındaki bir toplantıdır. Öyle ki Amerika kıtasının fethedilmesinden beş asır sonra Avrupalı sömürgecilerin gıda, hammadde ve enerji ihtiyacını sağlayan halklar eşitsiz bir ticaretin kurbanları olmuşlardır.
Tarihin bu karanlık dönemi Avrupa’daki barbar kabilelerin torunlarının Amerika kıtasını “keşfedip”, bu toprakları kılıç, arbalet ve arkebüzlerle fethettiklerinden beri sürmektedir.

Türkiye'nin Suriye'deki Rolü, ABD Çıkarlarına Uygun


Suriyeli stratejisyen Havaş Şahin, Türkiye'nin Suriye'deki rolünün ABD çıkarlarına hizmet ettiğini ileri sürdü.

TürkiyeEhlibeyt Haber Ajansı ABNA- Suriye stratejileri konusundaki bir uzman, Beşşar Esed’in öncülüğünde gerçekleştirilmiş olan tutuklu affı girişiminin, reform çabalarının bir parçası olduğunu beyan etti. Ayrıca, Türkiye’nin Suriye’de oynadığı rolü eleştirerek, “Suriye’deki muhaliflere silah ve fon sağlanmasının arkasında olan Amerika da ülkedeki krizi körüklemektedir” dedi.
Şam Üniversitesi Uluslar Arası Hukuk Profesörü Havaş Şahin, El-Âlem Televizyonu’na vermiş olduğu özel demeçte önemli hususlara değindi:
“Tutukluların arasında da hukuk ihlalleri yaparak gösterilere katılan ve şiddet eylemlerinin bizzat içerisinde olan şahıslar mevcuttu. Bu bağlamda bakıldığında tutukluların serbest bırakılması, tamamen Beşşar Esad’ın inisiyatifiyle gerçekleştirilmiş bir uygulamadır. Ayrıca bu uygulama, Arap Birliği Bakanlar Komitesi’nin Suriye’deki krizi çözüme kavuşturma yolunda sunmuş olduğu taleplere bir cevap niteliğindedir.”
Aslında bu anlaşma, Suriye’nin iç işlerine ve özgürlüğüne müdahalesinin bir göstergesidir. Fakat ülkemizin bu kararları kabul etmesinde yatan temel mantık, barış için yardımlaşmanın kabul edilmesinden başka bir şey değildir.”


PRESS - İZLE

Yapım:2010 
Tür:Dram, Gerilim, Polisiye, Politik,
Süre:100 dakika
Yönetmen:Sedat Yılmaz,
Oyuncular:Mahmut Gökgöz, Asiye Dinçsoy, Abdullah Tarhan, Hakan Karsak, Kadim YaŞar, Sezgin Cengiz,
Senaryo:Sedat Yılmaz,
Yapımcı:Sedat Yılmaz,
Konusu: Özgür Gündem gazetesi Diyarbakır bürosu muhabirlerinin 1990'lardaki OHAL koşullarında gazetecilik yaparken yaşadıklarını konu alan 'Press' (Basın) filmi 1992-93 yılında Bölge'de gazetecilik yapan muhabirlerin basın özgürlüğü için verdikleri mücadeleyi anlatmaktadır. 1990'ların başında yayın hayatına başladıktan kısa bir süre sonra devletin engellemeleri ve baskılarına mağruz kalan Özgür Gündem gazetesinin muhabirlerine yönelik baskılar, işkence ve öldürümler yönetmen-senarist Sedat Yılmaz tarafından 'Press' (Basın) adıyla beyaz perdeye aktarıldı. OHAL dönemi koşullarında Bölge'de gazetecilik yapan Özgür Gündem gazetesi muhabirlerinin yaşadıklarını anlatıldığı film, Özgür Gündem gazetesinde çalışan Bayram Balcı'nın 1997 yılında Mezopotamya Kültür Merkezi'nde (MKM) sinema kursları sırasında tanıştığı sinema hocası Hüseyin Kuzu ile birlikte, gazeteci olarak Bölge'de yaşadıklarına ilişkin bir film yapmak için çalıştıklarını ve o dömenin koşulları nedeniyle bu projenin hayata geçirilemediğini ifade eden Sedat Yılmaz, hocası Hüseyin Kuzu'nun daha sonra bu notları kendisine verdiğini belirterek, 'Press' filmiyle basın özgürlüğü için verilen mücadeleyi anlatmak istediklerini söyledi.

N.Ç.'nin tecavüzcüleri AKP'li çıktı!

Mardin’de 13 yaşındaki N.Ç’ye tecavüz skandalının altından AKP’li bir grup çıktı. Ceza alan tecavüzcülerden birinin AKP İlçe Başkanı Halit Denli’nin oğlu Nizam Denli, birinin bir dönem ilçe başkan yardımcılığı yapan Sabri Ajak, diğer ikisinin de AKP içinde aktif çalışan Selman Aydın ve Selahhatin Kuray olduğu ortaya çıktı.
Kamuoyunda infial yaratan Mardin’de 13 yaşındaki kız çocuğu N.Ç’ye tecavüz davasının ayrıntılar ortaya çıkmaya başladı. Önceki gün Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altay’lı tarafında açıklanan tecavüzcü listesinde, aralarında Yüzbaşı, İlköğretim Okulu Müdür Yardımcısı da olan ve çoğu kamu görevlisi 26 isim yer aldı. Bu isimlerden biri de Nizam Denli. Nizam Denli, Mardin’in Mazıdağı ilçesinde 3 dönemdir AKP İlçe Başkanlığı görevini yürüten Halit Denli’nin oğlu. Yakın çevresinden edindiğimiz bilgilere göre Nizam Denli, Mazıdağı’nda ‘Oto Yıkama ve Yağlama’ işiyle uğraşıyor.

TECAVÜZDEN SONRA HACCA GİTTİ
Araba tamircisi olan yakın arkadaşı Sabri Ajak ile birlikte ilçedeki bir kadın satıcısı aracığıyla 2002 yıllında 13 yaşındaki N.Ç’ye defalarca tecavüz etti. Sabri Ajak’ın da bir dönem AKP İlçe başkan yardımcısı olarak faaliyet yürüttüğü belirlendi. Tecavüz olayından sonra hacca gidip dindar bir imaj edinmeye çalışan Denli’nin, daha sonra da Menzil tarikatına girdiği öğrenildi.