Godard ve Dziga Vertov Grubu
Jean-Luc Godord yaşamaktadır ve Paris'te yeni bir filmi
gösterilmeye başlanmıştır. 1971 Haziran'ında, tehlikeli şekilde
yaralanarak ölümden döndüğü bir motosiklet kazasından sonra, hastanede
kaygı dolu altı ay geçirmiş, birkaç deri nakli ameliyatı sonunda vücudu
neredeyse yeniden birleştirilmişti.
Jean-Pierre Gorin'le yaptıkları yeni film, Godard'ın
yeni durumuna uygun olarak. gerçekte kazadan uzun süre önce
tasarladıkları ve burjuva toplumunun kendini tatmine yarayan
iyimserliğini taşlayan, "Tout Va Bien" (Herşey Yolunda) adını taşıyor. Tamamen iyileşip işine döndüğü için, filmin adı Godard'ın durumuna da uygun bir kelime anlamı kazanmış oluyor. “Tout Va Bien", 41 yaşındaki Godard'ın 13 yıl içnde yaptığı yirmibeşinci uzun filmi ve Dziga Vertov Grubu(1) içindeki yedinci filmidir.
Geçen Sonbahar New-York ve San Fransisco Şenliklerinde merakla beklenen "Tout Va Bien",
Dziga Vertov Grubunun tüm yapıtlarına genel bir bakış için iyi bir
fırsat yarattı sanıyorum. Böyle bir değerlendirme, Jean-Pierre Gorin'in,
birlikte gerçekleştirilecek tasarıları da olmasına rağmen, Godard ve
kendisinin yakın gelecekte kişisel tasarıları için çalışmayı
amaçladıkları yolundaki açıklamasından sonra tamamen yerinde
görünüyor.
Öyleyse Dziga Vertov Grubunun İlimlerinin özelliklerini saptamaya çalışalım. Birinci filmleri "British Sounds" (İngiliz Sesleri) ve üçüncüsü "Vent d'Est" (Doğu Rüzgârı)’na başka yerlerde (2) değindiğim için, burada "Pravda", "Struggle in Italy" (İtalya'da Mücadele) ve "Vladırnir and Rosa",
(Viadimir ve Rosa) yani ikinci, dördüncü ve beşinci üzerinde
duracağım. Bu filmlerden sözetmeden önce, Godard ve Gorin'in
Filistin’deki El-Fetih (3) Özgürlük hareketi üzerine
yaptıkları ve gösterildiğinde en iddialı filmleri
olacak olan altıncı film, "Till Victory" (Zafere Kadar)
hakkın da birkaç söz söylemek gerekir. Ortaya çıkan
bazı üzücü durumlar, Godard ve Gorin'i filmlerinin
Filistin olayına getirdiği yorum hakkında söz etmekten
alıkoydu ve sonunda filmin dağıtımını geri bırakmaya karar
verdiler. "Till Victory" 1970 İlkbaharında. Kral Hüseyin
yönetiminin sonunun ve El Fetih'İn egemenliğinin çok yakın göründüğü
bir devrede çekildi. Hareketin dikkatli, sabırlı ve
sistematik plân ve örgütlemeyle devrim için bir hazırlık
örneği durumuna gelişinin savunma ve resimlenmesiydi amaçlanan,
1970 Sonbaharı ve 1971 İlkbaharında Filistin Gerillalarının
Hüseyin'in kuvvetlerince ezilmesiyle aniden yön değiştiren olaylar,
pek çok uluslararası gözlemci için olduğu gibi Godard ve Gorin'e de
tam bir sürpriz ve düş kırıklığı oldu. Gecen yaz Paris' teki
konuşmamızda Gorin, devrimci mücadelenin pratik düzeyindeki
bu tersliğin, kendisi ve Godard'ı El Fetih hareketini
desteklemeye götüren teorik tavrın, derin bir özeleştirisini
yapmaya zorladığını teslim etmişti. Bu özeleştirinin
yapılması beklendiği sürece - tabii bunun için Godard'ın
iyileşmesi gerekiyordu - "Till Victory" boşlukta kalmaya
mahkûmdu. Şimdiki tasarıları, filmi, oluşmaktaki tarihin nasıl
çekileceği ya da çekilmeyeceğine İlişkin bir eleştirisel ve
özeleştirisel analiz biçimine dönüştürmektir.
Dziga Vertov Grubunun tüm filmlerini görebilmek oldukça
olanak dışıdır. Hattâ film yapabilmek için. çoğu zaman dağıtım hakkının
önceden satıldığı Amerika'da bile, grubun filmleri çok kısa süre
gösterilmiş, dar bir üniversite çevresiyle sınırlandırılmıştır.
Fransa'da ise. Godard bu filmlerin ticarî yolla gösterilmesine karşı
olduğu için, Sinematek'teki fırsatlar dışında filmleri görebilmek için
tek olanak, militan işçi ve öğrenci grupları için düzenlenen özel
gösterilerdir. (Bu tür özel gösteriler. Fransız Marksist - Leninist
sinema teorisinin etkin yayın organı Cinéethique'in yöneticilerince düzenlenir.)
Bu içe kapanışın ve Godard'ı kollektif çalışamya yönolten
nedenlerin, hemen hemen aynı olduğunu anlamak pek güç değildir. Burjuva
toplumunda diğer tüm şeyler gibi sanat da, her şeyden çok bir ticaret
konusu ve sanat yapıtının değerini saptayan da genellikle sanatçının
ünüdür. Fakat sanatçının ünü üzerine kurulu bu değer hemen bütnüyle bir
mübadele değeridir. Sanat borsası ve önemli bir oranla sanat
eleştirmenliği -ki bu borsanın bir uzantısıdır- bir sanat yapıtının
işlevsel değeri ile ilgilenmezler, llgilenseler de dekoratif
anlamda, yatırım için, sosyal yerleri yüzünden, ya da entelektüeller
açısından bazı şeyleri yeni bir ışık altında görebilmek içindir bu.
(Burjuva entelektüelinin alâmeti farikası sayılan "Tefekkür"
düşkünlüğüne dikkatinizi çekerim.) Sınıfsal mücadelenin ürünü olan
sanatın, her çağda ve her türüyle, eylem yerine "tefekkür"ü öğutleyerek.
yönetici sınıfın ideolojik aracı oluşu gibi işlevsel çözümler tabu
sayılmış; bunun yerine sanatçının ün yapmasını sağlayan "seçkin bir
kişisel stil" kavramı üzerinde durulmuştur.
Burjuva sanatının en değerli malları orijinalite, yenilik,
seçkinlik ve bireycilik, ilgi çekici ve şatafatlı biçimde
sergilendiklerinde deha belirtisi sayılmışlardır. Giderek Duchamp'tan
(4) bu yana, bu yüksek değerleri bir sanat yapıtı "yaratarak"
sergilemek bile gereksiz olmuş, Duchamp dahinin yaratıcılığına yönelik
ilgimizi "seçicilik"e yöneltmeğe çalışmıştır. Hazır-yapıtlanyle.
orijinaliteye karşı seri üretimi, yeniliğe karşı harcıâlemimi,
seçkinliğe karşı da taklit edilirliği ileri sürerek burjuva sanat
değerlerini yadsımasına rağmen, sonunda burjuva değerleri olmuştur
güçlenen. Evet. burjuva sanat değerleri odak noktaları biraz kaymasına
rağmen. Duchamp'ın bir sanat yapıtının özündeki değerlerin tersyüzü
işlemindeki gizli ve basit bir gerçek sayesinde takviye oldular. Bir
sanat yapıtının öz değerlerine yapılan bu işlem, kendisi teryüz olarak,
sanat yapıtının kendinde değil fakat, sanatçının akıl ve duyarlılığında,
parlak bir orijinalite, yenilik, seçkinlik ve bireycilik gösterisi
oluyordu! Seçkin kişisel stili burjuva sanatçısının eşsiz duyarlılığının
belirtisi sayıldığına göre, o bu özelliğini, sergileyeceği şeyi sadece
"seçme" durumunda da olsa aynı dâhilikle gösterebilir ve söz konusu özel
yeteneğini, sanat pazarı ve eleştirmenler üzerinde de uygulayabilirdi.
(Duchamp'ın klozetini, Warhol'un çorba kâselerini "sanat" olarak
gösterdiği gibi).
Kısaca burjuva sanatı da tıpkı burjuva toplumu gibi bireyin
tanrılaştırılması üzerine çalışır. Ünlü olmak, bir anda tanınmaktır..
Warhol'un da belirttiği gibi burjuvanın büyük düşü.
Sanat tüketicisine göre orijinalite garantisi olan kişisel
imzasını elden bırakmadan kollektif çalışan Godord, ününün mübadele
değerini geri iterek, bireyin bu sanatsal egemenliğine meydan okuyor
ve seyircinin ilgisini sinemanın işlevine çekmeyi deniyor.
Fakat bir filmin işlevi nedir? Bu soruyu sorarken idealizmin sanat
kuramında kök salmış bir anlayışa da kendiliğinden karşı çıkmış
oluyoruz. Yani sanatın değer ve özelliğinin, insani “bayağı" maddesel
gereksinmelerin egemenliğinden "kurtarıp", "yüksek" ruh alemiyle
bağlantısını sağlayan, pratik bir yararı olmayan, insancıl bir uğraş
olduğunu söyleyen anlayışa, Insanın maddesel gereksinmelerine nefret
duyan bu idealist anlayış ya da anlayışsızlığın ikiz kardeşi de, gerçek
sanatın, günlük bayağı sorunlarla değil, böyle basit konulara yer
vermeyen, verirse bunu sanatın değerini düşürücü bir münasebetsizlik
olacağını geveleyen düşüncedir. (Örneğin Amerikalı Brecht uzmanlarının
tedbirli niteleme ve eleştirileri).
Kısaca sanattaki egemen düşünce, "politika" denen nesneyi
küçümseyerek sanattan soyutlama veya olasılığınca en basit düzeye
indirgeme etkinliğine sahiptir. Bir yandan insana düşünce ve hayal
gucunu özgürce(!) kullanabilme olanağı verdiği için sanat göklere
çıkarılırken, öte yandan insana, bu yeteneklerini özgürce kullanabilmesi
için "politikanın kakalamadığı", sonsuz ve evrensel değerler alanı
(özellikle duygular dünyası) işaret ediliyor. Bu pek yaygın, politikayı
gizli tutma çabalan rastlantı mıdır? Yoksa tarih, çağlar boyu her yerde,
sanatın iktidar ve ayrıcalık sahibi seçkin sınıfın hizmetinde olduğunu,
firavunların, din adamlarının, imparator ve kralların, papaların,
diktatörlerin ve başkanların ve de hayırsever endüstricilerin hizmetinde
olduğunu göstermemiş midir? Sanatın kendileri için "işlevsel değeri"
olduğunu farkedip, onu halkın kurulu düzenden hesap sormasını önlemede
kullanmamışlar mıdır?
Böylelikle; yeterince İlginç olarak, sınıflı bir toplumda bir
filmin ya da herhangi bir sanat yapıtının işlevsel değerinin ne olduğu
sorulurken, kim için -ve maalese - kime karşı sorusunun da sorulması
gereği ortaya çıkıyor. (Sanatın sınıfsız bir toplumdaki işlevinin
ne olabileceği sorusu da ayrıca incelemek istediğim ilginç bir soru.)
Söz konusu olan sinema olunca, Godard ilk filmlerinin ulaştığı
seyircinin ve bu seyircinin yalnız filmlerdeki sınıfsal özellikleri
farketmekle kalmayıp, sömürülen sınıflar yanında saf tutup
tutmadığının, gerçekçi olarak gözlemlenmesine gerek duymuştur. Seyirci
sinema sanatını çalışan sınıf yararına teorik ve pratik bir araç, daha
önemlisi sosyal değişim için bir araç niteliğine dönüştürme gereğini
duyacak mıdır? Godard doğal olarak, böyle bir radikalliğin eski
seyircisinin çoğundan beklenemeyeceğini farketmişti. Öylesine
yerleşikti ki idealist estetiğin pişkin önyargıları. Sonuçta Godard yeni
filmlerinin eski seyircisi tarafından görülmesini zorlaştırmaya karar
verdi ve yeni filmlerinin sanat sinemasının eski mabetlerinde
gösterilmesine izin vermedi. Godard ve Gorin böylece, sinemayı her şeyin
üstünde, sınıf ayrılıklarını ve sınıf çatışmasını gizlemeye
yaramaktan çıkarıp yeni ve devrimci bir yönde kullanmak
istediklerinden, yeni filmlerini eski seyirci çevresinden
gelebilecek her etkiden uzak tutmayı amaçladılar. Filmlerini giderek,
sınıflar arasındaki sınır çizgisini netleştirip sınıf çatışmasını, ve
sınıf mücadelesine girenlerle seyirci kalanlar arasındaki
çatışmayı hızlandırmak için kullanmaya yöneldiler. Dziga Vertov Grubunun filmleri bu açıdan her seyirciyi sınıf mücadelesi gerçeğiyle yüzyüze getirip, mücadele içinde bir saf tutma çağrısı yapar.
Bu kavga çağrısı şakaya gelmez bir çağrıdır. Pek çok kişinin
keyfini kaçıran Marksist - Leninist ve Maoist sloganlar bu filmlerde
oldukça boldur. Çoğu seyirciye göre usandırıcı dırdırlar ya da yıpratıcı
atıp-tutmalardır bunlar. Eğlence veya sanat, ön plana alan burjuva
filmlerinin seyircisi, ideolojik analizlerden ya da burjuva
bireyciliğine karşı savaş çağrısından kesinlikle hoşlanmayacaktır. Ve
itirazlarını sıralamaya başlayacaktır: Ya çok kutsal estetiğin
dokunulmazlığına sığınıp "Politikanın sanatta yeri yoktur ya
entellektüel havasını takınıp "bu düşünceleri tartışmayı çok isterim ama
azizim lütfen işe sloganları karıştırmayın"ı ya da en sonunda eğlenceye
düşkünlüğünün köleliğinide "çok sıkıcı" diyecektir. Ama bu yan
çizmelerin hepsı burjuva bilincinin. statükoya meydan okuyan
açılımlardan kaçışını akıl gereği gibi gösterme çabalarını da sergiler.
Bu sorunlarla başka yerlerde sanki hiç yüz yüze gelmemisçesıne, sanatta
yüz yüze getirilmelerine içerleyip ve kızgınlıklarını kendi açılarından
haklı görerek sık sık filmi yarııda terkederler.
Bununla beraber bu filmlerin politik bilinçten yoksun
seyirciyi saptırması da mümkündür. Şu sıralarda gençlik içinde radikal
düşüncelerin yaygınlığından haberdar olan Godard ve Gorin pundunda bir
işaretle seyirciye "ileri" çığlıkları attırmak gibi kolay bir yol
seçmekten dikkatle kaçındılar. Bu yüzden Dziga Vertov Grubu
filmleri, seyirciyi özellikle sesi yüksek sahnelerin inatçı
kararlılığında, önceden düşünülmüş sınavlara sokarlar. Radikal rolü
oynayan ılımlılarla, filmin ortaya koyduğu sorunları kavrayacak ve
çözümüne katkıda bulunacakların sınavıdır bu.
Sonuç olarak Dziga Vertov Grubu’nun filmleri kendilerini aktif olarak kavgaya adayan devrimci militanlar için yapılmıştır.
Bu filmlerin kime seslenmesi gerektiği epey tartışıldığı için
bu son nokta biraz daha incelenmeğe değer. Tartışma, filmlerin işçi
sınıfı yanında saf tutar nitelikte oluşları nedeniyle, işçiler için
yapıldığının ileri sürülmesi ile başlamıştı. Bu noktadan sonra tartışma
şu eski çıkmaza, "ama bu filmler işçiler İçin fazla entellektüel
sayılmaz mı? İşçiler bu filmleri anlar mı?" çıkmazına girerek yozlaştı.
Fakat Godard ve Gorin filmlerinin sadece işçilere değil belirsiz bir
kitleye ve belirlemek gerekirse daha çok filmlerin getirdiği sorunlara
teorik ve pratik olarak eğilecek, işçi, öğrenci, militan herkese
seslendiğini söylediler. Hattâ giderek kitleler için film yapmanın kendi
açılarından küstahlık olacağını belirttiler. Zaten küçük-burjuva
çevresinden gelen kişiler olarak, işçinin, özellikle üzerindeki baskının
analizini yapamayan sınıf bilincinden yoksun işçinin günlük yaşamına
değinebilmelerini sağlayacak tecrübeleri olmadığını teslim
etmektedirler. Buna rağmen bu çatlağı onarabilmek için yapabilecekleri
şeyler yok mudur? Vardır kuşkusuz. Küçük işçi ve öğrenci gruplarıyle,
birbirlerinin deneylerinden yararlanarak ve bilgi alış verişiyle grup
projeleri hazırlamak, ortak tecrübe kazanarak film çekmek ve böylece
devrimci teori ve pratiklerini daha geliştirmeğe başlamak.
Bu aşamaya nasıl varılmıştır? Grubun her yapıtının hazırlık
devresi Godard ve Gorin'in birkaç yıldır sürekli bağlantı halinde
oldukları militan gruplarıyla yapılan uzun tartışmaları içerir. Bundan
öte etkiler karşılıklı olmuş, militan grupları da kendi eylemlerini
hazırlarken Godard ve Gorin'le tartışmışlardır. Kısa bir süre önce bu
militan gruplarının çekime, özellikle kurguya bir katkıları olup
olmadığını sorduğumda Gorin "bir dereceye kadar evet" diye cevap
vermişti. Bu katkının, kendisi ve Godard'ın, kurgunun çekimden önce,
çekim sırasında ve çekimden sonra olmak üzere üç kademeli bir işlem
olduğunu ileri sürmelerinden bu yana daha da arttığını eklemişti. Bu
açıdan bakılırsa Filistin gerillalarının bile, Paris'e gelip çekim
sonrası kurgusuna katkıda bulunma olanakları olmamasına rağmen, kurgu
işleminde bir rol oynadıklarından söz edilebilir Fakat Godord ve
Gorin'in gerçeğin perdede yansıması konusunda Chris Marker'in "SLON" grubu, Paul Seban'ın “Fransız CGT” işçi birliği veya “Newsreal”
gibi militan sinema gruplarına karşıt düşünceleri savunduğunu
hatırlarsanız, bunun bir fantezi olduğunu kabul edebilirsiniz. Çünkü Dziga Vertov Grubu nedenlerin, etkilerin, ilişkilerin ve çelişkilerin derin bir özenle
analizine olanak tanımayan, "seyirciyi olayın içine götüren" bu "gerçek
görüntü avı” yaklaşımına karş. olduğunu çok kez kesinlikle
belirtmiştir.
James ROY MACBEAN
"Film Quarterly"
Sonbahar I972
(Dipnotlar
(1) Dziga Vertov Grubunun nüvesini, biri sürekli olarak Godard, diğeri ilkin Jean-Henri Roger (British Sounds ve Pravda
için) sonra Jean-Pierre Gorin (grubun yaptığı son beş filim için) olan
iki kişi oluşturur. İlki Marsilya'lı genç bir militan, ikincisiyse eski
bir gazeteci ve öğrenci lideridir. Doğal olarak grubun yapıtlarının
ortak planlama ve çekiminde birçok başka kişi ve militan gruplarının da
katkısı vardır. Bazı Godard filmografilerinde, grubun ilk yapıtı olarak "Un Film Comme les Autros" (Diğerleri Gibi Bir Filim)
anılır. Bence. Godard'ın bir takım militan gruplarıyla teması sonucu
ortaya çıkan ve 1968 Mayıs olaylarına ilşkin olan bu film, Dziga Vertov
Grubu’nun kuruluşundan en az birkaç ay önce, 1968 sonlarında tamamlandı.
Bu yüzden filmin grubun bir yapıtı değil, yapıtlarının habercisi
sayılması gerekir sanırım.
(2)Bakınız; Film Ouarterly, Kış 1970-71, Sight and Sound. Yaz 1971
(3) El Fetih, Filistin sorununu bir Arap- İsrail sınır
kavgası olmaktan öte, Arap Ülkelerinde, özellikle Ürdün'de acele
gerekli, koklu bir toplumsal değişim sorunu olarak gören ilk
örgütlerden biridir. 1971 gerilla katliamından sonra, El Fetih'in
uçak kaçırma ve diğer terörist eylemleri genellikle onaylamayan
tavrı, diğer gruplarla, özellikle Münih Olimpiyat Kampı
baskınından sorumlu tutulan "Kara Eylül"le arasını açmıştır.
(4) Ç.N. — Morcol Duchamp: Fransa'do doğmuş, Amerikalı bir
sanatçıdır. Dadalzm ve Sürrealizmin kurucularındandır. Fütürizm ve
kübizme yaklaşım gösteren "Merdivenden inen çıplak" tablosuyla tanınır. 1923'te resmi bırakıp, hazır eşyalardan yaptığı heykellere yöneltmiştir çalışmalarını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder