Yeniden
üretim alanındaki mücadelelerin üretim alanındakilere kıyasla önemsiz
olarak değerlendirilmesinde başka nedenler de öne sürülmektedir. Moser
(1985:2) “özel alanda kadınlarca sürdürülen toplu tüketime yönelik
mücadeleler görünmez kılınır ve hiçbir değere sahip olmazken,
üretim-temelli mücadelelerin, yalnızca üretim temelli olduğu için değil,
fakat aynı zamanda erkeklerin etkinliği olduğu ve buna bağlı olarak bu
mücadelelere değer biçildiği (çünkü erkeklerin yaptığı değerlidir) için
daha başarılı olduğu”nu öne sürmektedir. Dahası, “yerleşim düzeyindeki
mücadele, üretim temelli mücadeleye göre doğal olarak daha güçsüz
olabilir; çünkü toplumsal cinsiyet ile sınıf arasındaki çatışma
birincisinde daha belirgindir.”
Gerek
üretim ile yeniden üretim, gerekse kamusal ile özel arasındaki
karşıtlık, kadınların kentsel alanlardaki mücadelelere katılımlarını
açıklamada yetersiz görünmektedir. Yoksul kadınlar hane-içi “görevleri”
ile ekonomik etkinliklerini birlikte yürütürler. Hem çocuk doğurmak,
bakmak ve gıda sağlamaktan hem de haneye gelir getirmekten
sorumludurlar. Birçok durumda, yeniden üretimin nerede bittiği, üretimin
nerede başladığı arasında belirgin bir çizgi yoktur. Kadınların taban
(grassroots) örgütlenmeleri, Batılı geleneğin yanıltıcı karşıtlıklarını
sorgulatmakla kalmayıp mevcut iktidar biçimlerine bir direniş yolunu
temsil eden gündelik yaşam mücadelelerinin daha derinlemesine
anlaşılmasına da katkıda bulunmaktadır. Bunun da ötesinde, kentsel
mücadele ve toplumsal değişim yalnızca sınıfsal ilişkilere değil, aynı
zamanda toplumsal cinsiyet, etnisite, ırk, ulus ve din ile ilişkili
çelişkilere de dayanabilir. Toplumsal hareketlerin ayırd edici bir
özelliği olarak sınıfsal çoğulluk kavramı, sınıfsal belirlenimciliğe
ilişkin bir kuşkuyu sergiler ve bilincin şekilenmesinde öteki etmenlere
işaret eder (Castells, 1983).
Feminist
kuramın yönelttiği eleştiriler, özellikle, birincil - ikincil çelişki
ayrımını, sınıf mücadelesinin birincilliğini, üretim ile yeniden
üretimin özerk alanlar olarak ayrılmasını ve üretici çalışmanın yeniden
üretici çalışmadan üstün görülmesine yönelir. Bu eleştirilerin yanı sıra
feminist kuram, iktidarı da yeniden kavramsallaştırmıştır. “Kişisel
olan politiktir” sloganı, kamusal alana ilişkin geleneksel
kavramsallaştırmaların esaslı bir eleştirisini cisimlendirir. Feminizm,
iktidar ilişkilerinin yaşamın bütün yönlerine sızmış olduğunu
vurgulayarak, politik etkinliğin içinde yer aldığı çerçevenin
genişlemesine katkıda bulunmuş ve “politik olan” kavramını
genişletmiştir.
Yeni Toplumsal Hareketler Ve Kadinlarin Katilimi
Kadınların
mahalle düzeyindeki mobilizasyonda önemli bir rol oynadıkları konusunda
bir uzlaşma olmasına karşın, toplumsal hareketlere ilişkin birçok
çalışmada, kadınların katılımı hâlâ görmezlikten gelinmektedir. Ortaya
çıkan yeni fail, cinsiyetsiz gibi görünmektedir. Kadınların rolünün
ayırdında olmak yeterli değildir; yalnızca hane-içi yaşama değil, aynı
zamanda toplu ve politik eyleme katkılarının da anlamını çözümlemek
zorunludur (Jelin, 1990). Latin Amerika’da tabandan gelen kadın
örgütlenmeleri; insan hakları, demokrasi, yurttaşlık, yaşama koşulları,
kentsel hizmetlerin sağlanması vb. gibi konularla ilgili olarak
doğmuştur. Bütün bunların ötesinde, yoksul kadınlar, kendi
örgütlenmeleri aracılığıyla, ortak kimlik oluşturma, gündelik iktidar
ilişkilerini değiştirme ve iktidarı hem ev içinde hem de dışında
sorgulayabilecekleri biçimde politik eylemi genişletme konularında
deneyim kazanmaktadırlar.
Barrio
kadınlarının kentsel hareketlere katılımları, eş ve anne olarak
taşıdıkları roller bağlamında açıklanmıştır. Düşük gelirli kentsel
alanlardaki kadınlar, yeniden üreten, üreten ve yerel topluluğun
idamesini sağlayan olmak üzere üçlü bir rol üstlenirler (Moser, 1989).
Kentsel hareketlere katılımları, genellikle, salt zamanlarının çoğunu
mahallede harcadıklarından değil, aynı zamanda cinsiyete dayalı
rollerinin onları ailelerinin bütün gereksinimlerini karşılamakla
sorumlu kılması nedeniyledir. Toplumsal cinsiyet farklılıkları,
kadınların ve erkeklerin neden ve nasıl kentsel mücadeleyi
örgütlediklerinin ve bu hareketlere katıldıklarının anlaşılmasında
yaşamsal öneme sahiptir[2]. Kadınlar ve erkekler farklı roller üstlenirler, farklı gereksinimlere, toplumsal sorumluluklara, beklentilere ve güce sahiptirler
ve farklı biçimlerde sosyalleşirler. Toplumsal bir inşa olarak
cinsiyet, erkekler ile kadınlar arasındaki, diyalektik olan ve sınıf,
ırk, kültür, yaş, din vb. ile birlikte çeşitlilik gösteren toplumsal
ilişkileri ve böylece aynı zamanda, erkeklerin ve kadınların
farklılaşmış katılımlarını da açıklar (Kaufman, 1991). Bununla birlikte,
Morgen’ın belirttiği gibi (1988: 111);
“kadınların
yerel topluluk örgütlenmesine katılımı, eş, anne ya da kız çocuk olarak
taşıdıkları roller ve sorumluluklar ile açıklanamaz ya da buna
indirgenemez. Kadınların yerel topluluk-temelli politik eylemliliği,
kadınlar, eşler, anneler, mahallenin ve topluluğun üyeleri, belli bir
ırksal, etnik ya da sınıfsal grubun üyeleri olarak kendi çıkarlarını
dile getirme ve bu çıkarlar üzerinden etkinlikte bulunmanın bilinçli ve
ortak bir yoludur.”
Başka
bir deyişle, kadınların katılımını anlayabilmek için onların bu çeşitli
rollerini toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel etmenlerle
ilişkilendirmek önem taşımaktadır. Barrio kadınları, sınıf ve toplumsal
cinsiyet çelişkilerini açığa çıkaran ve farklı kimliklerle
gereksinimleri somutlaştıran yerel topluluk düzeyindeki mobilizasyonda
rol alırlar. Dolayısıyla, sınıf ve toplumsal cinsiyet, kadınların
yaşamlarında belli bir noktada birleşir ve birbirini kapsar.
Bütün
bunlara ek olarak, Barrio kadınlarının katılımı, pratik toplumsal
cinsiyet çıkarlarının (yiyecek, barınak, su, sağlık bakımı vb.
sağlanması) ve stratejik toplumsal cinsiyet çıkarlarının (toplumsal
cinsiyet ilişkilerinin yeniden tanımlanması) iç içe geçebileceği bir
süreç olarak anlaşılmak durumundadır (Molyneux, 1985). Pratik ve
stratejik toplumsal cinsiyet çıkarları planlama terimlerine “gereksinim
duyulan” olarak tercüme edilmiştir (Moser, 1989: 1803). Bu yaklaşım;
kadınların, cinsiyetçi işbölümünü yeniden üreten pratik gereksinimleri
ile tahakküm altına alınışın üstesinden gelmeye yönelmesi gereken
stratejik gereksinimlerinin farklılaşmasını ifade eder. Oysa, Barrio
kadınlarının katılımı, bir yandan da toplumsal cinsiyet ilişkilerini
etkilemekte ve toplumsal cinsiyet kimliğini yeniden
kavramsallaştırmaktadır. Bu, kadınların katılımının içinde çözümlendiği
çerçeveyi zorlamakta ve pratik ve stratejik toplumsal cinsiyet
gereksinimleri arasındaki kuramsal ayrımın sorgulanması gereğini
doğurmaktadır (Lied, 1992: 148; Rodriguez, 1993: 36).
Barrio
kadınlarının komşuluk birimi (mahalle) düzeyindeki örgütlenmelere
katılımlarını incelemek başlıca iki nedenle önemlidir. Birincisi,
toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ışığında katılımlarının doğasını,
içeriğini, biçimlerini ve anlamını kavramak gereğidir. Böylesi bir
perspektiften yoksunluk, çoğu zaman, kadınların apolitik oldukları,
çıkarlarının politik olmadığı, çünkü ev-içi yaşama “dalmış” oldukları ve
katılımda bulunma yollarının pek de politik olmadığı gibi yanıltıcı
sonuçlara yol açmıştır. İkincisi, bu tür çalışmalar çok azdır (Blondet,
1984, 1990; Sara-Lafose, 1984; Raczynski and Serrano, 1985; Feijo and
Gagna, 1986; CESIP, 1988; Pires de Rio Calderia, 1990; Jelin, 1990) ve
Ekvator’da ancak yeni yeni başlamaktadır (CEPALES, 1985; Moser, 1987;
Camacho, 1990; Rodriguez, 1990, 1992; Lind, 1992). Sık rastlanan iki
eğilimden kaçınılmalıdır: Bir yanda, tabandan gelen halk
örgütlenmelerini, demokrasinin, dayanışmanın ve anti-otoriteryenizmin
egemen değerler olduğu ideal toplumun mikro-modelleri olarak taçlandıran
coşkulu ve romantik yaklaşımlar; öte yanda, geleneksel rolleri
güçlendirdiği, pratik toplumsal cinsiyet gereksinimleri temeline
oturduğu ve cinsiyetçi tahakküme karşı esaslı bir başkaldırı olmadığı
savlarını dayanak yaparak, bu örgütlenmelerin gizilgücünü azımsayan
kuşkucu yaklaşımlar.
Bir Pilot Konut Projesinde Kadinlarin Örgütlenmesi
Quito’nun
güneyindeki yeni yerleşimlerden biri olan Solanda, düşük gelirli
aileler için devletçe ve birkaç uluslararası kuruluşça desteklenen bir
pilot konut projesi olarak 1982’de kuruldu. Hibe edilmiş araziler
üzerinde ve Ekvator Konut Bankası’ndan alınan kredilerle inşa edilmiş
yaklaşık 6 bin konuttan oluşmaktaydı. Birçok yeni yerleşim gibi,
başlangıçta, temel hizmetlerle altyapıdan yoksundu. Su, elektrik, yol
sağlanması ve yüksek ipotek faizi gibi ortak sorunların üstesinden
gelebilmek için, Solandalı sakinler, bir kurul oluşturdular. Kurula ek
olarak, kimi gençlik grupları, spor klüpleri ve bir tüketim kooperatifi
örgütlendi.
Komşuluk
birimindeki etkinliklerin kadınları içermesi ve kurullara destek
sağlanması için (erkek) önderler, bir kadın grubunun oluşumunu teşvik
ettiler. Bu önderlerden birinin açıkladığı üzere, “Kurul kadınların
örgütlenmesini destekledi, çünkü kadınlar komşuluk biriminde daha çok
zaman geçiriyordu ve sorunları daha ağır yaşıyorlardı. Komşuluk birimi
kurulunun eylemleri yönlendirebileceği beklentisi içindeydik.” Ne var ki
kadınlar kendi örgütlerine sahip olmak istedi:
“Bizim
için ‘özerklik’ kendimiz için sorumluluk almak, kendi örgütümüze sahip
olmak, dışarıdan müdahale olmaksızın karar vermek ve öteki grupların
grubumuza saygı göstermesi anlamını taşıyor. Hem kadınların hem de
erkeklerin örgütlenmesi komşuluk birimi için daha yararlı; çünkü,
birlikte çalışarak amaçlarımıza ulaşabiliriz, ama bunu anlamak
istemediler. Diktatör gibiydiler; onlara uymamızı ve onlarla birlikte
çalışmamızı istediler. Komşuluk birimimiz için çalışmayı istiyoruz ama
‘uymayı’ istemiyoruz.”
Kadınların
ve erkeklerin kendi örgütlenmelerini nasıl gördüklerini anlamada
toplumsal cinsiyet ilişkileri belirleyicidir. Komşuluk birimindeki
erkekler için, kadınların, komşuluk birimi kurulu gibi erkek-egemen
örgütlere ya da kendi rehberlikleri doğrultusunda “yardımcı görevler”e
katılmaları normaldi. Bu, büyük ölçüde, erkeklerin hane-içi alandaki
rollerinin eşdeğeriydi; hanenin reisiydiler ve dolayısıyla, bütün
örgütlerin de reisi olmalıydılar. Kaufman’ın işaret ettiği gibi (1991:
14);
“...
demokratik ve katılımcı kuruluşlarda erkeklerin ve kadınların katılımcı
ve önder olmak için sergiledikleri eşitsiz kapasiteler yalnızca dar
anlamda cinsiyetçiliğin ve eşitsizliğin bir sonucu değildir. Bu, aynı
zamanda, erkeklerle kadınların, toplumsal cinsiyete dayalı kendilik
kimliklerini oluştururken içselleştirdikleri farklı değerlerin
sonucudur.”
Solandalı
kadınlar, bu “doğallığı” sorgulamaya, özerklik ve ortak grup kimliği
talebini yükseltmeye başladı. Genel etkinliklere katılmak ve ötekilerle
eşgüdüm içinde olmak, fakat aynı zamanda, saygı görmek ve eşitler olarak
davranılmak istiyorlardı. Bu durum komşuluk birimi kurulunca bir tehdit
olarak algılandı: “Onlarla yarışmak, eylemleri ikiye bölmek ve
ilişkileri genel amaçlara indirgemek istediğimizi düşündüler.” Komşuluk
birimi kurulunun özerk bir barrio kadınları örgütlenmesine olumsuz
tepkisi, patriyarkal ve de paternalist bir ideolojinin ifadesi olarak
çözümlenebilir - patriyarkal, çünkü erkekler kadınların kendi
örgütlenmeleri içinde ve denetimleri altında kalmasını denediler;
paternalist, çünkü kendilerince denetlenecek bir kadın örgütlenmesine
“izin verdiler” ve bunu “özendirdiler”.
Latin
Amerika yerleşimlerinde kadın grupları kabul görmeyi başarmış,
genellikle de desteklenmiştir. Kilise, devlet, ulusal ve uluslararası
kuruluşlarca başlatılan bir “anneler grubu geleneği” bulunmaktadır. Bu
örgütlenmeler genellikle, “sosyal yardım grupları” olarak görülür;
kadınlar bir anneler merkezi oluşturmayı isterler, çünkü bu onlar için,
dışarıdan yiyecek, kullanılmış giysi, ilaç vb. yardımı almanın bir
yoludur. Bununla birlikte, son on yıl içinde barrio kadınlarının
örgütlenme biçimi değişti. Birçoğu paternalist ve sosyal yardım temelli
uygulamalardan uzaklaşıp yaratıcı alternatif örgütlenme tarzlarına
yöneldi. Artık daha çok, yaşam koşullarını iyileştirmek ve özellikle
yeni komşuluk birimlerinde altyapı ve hizmet taleplerini dile getirmek
için örgütleniyorlar. Bu örgütlenmelerden bazıları, çoğunlukla sivil
toplum kuruluşlarınca (NGO’lar) desteklenen kreşler, sağlık bakım
merkezleri, okullar ve yerel alışveriş merkezleri gibi hizmetler için
olan çabalarını, pratik becerilerin edinilmesi ve kadınların gündelik
yaşamının gözden geçirilmesi gibi uğraşlarla birleştiriyor. Bu
bilinç-yükseltme süreci, toplumsal cinsiyet kimliğinin yapılanması
açısından temel bir önemde. Kimi kadınlar karma gruplara katılırken,
Solandalı kadınlar gibi kimileri de özerk katılımı yeğliyor.
TOPLUMSAL CİNSİYET, FARKLI GEREKSİNİMLER VE FARKLI YOLLAR
Başından
bu yana Solanda Kadın Merkezi’nin hedefleri, 1) barrio yaşam
koşullarının iyileştirilmesi, özellikle su, kreş, ilkokul, alışveriş
merkezi gibi hizmetlerin sağlanması ve 2) pratik becerilerin
öğrenilmesi, kadın haklarının ve kadınların gündelik yaşamıyla ilgili
öteki konuların tartışılmasını da içerecek biçimde, kadınların konumunun
iyileştirilmesi olarak tanımlanmıştı. Örgütlenme biçimlerinden doğan
çatışmaların bir sonucu olarak, aynı zamanda aile içi şiddeti konuşmaya
ve bu konuda danışmanlık almaya başladılar[3]. Kadınlar, gruplarının bir kadın örgütü olarak tanınmasındaki[4]
ve komşuluk birimi kurulu ile olan sorunlarının üstesinden gelmedeki
başarıları dolayısıyla son derece coşkuluydu. İlk kez olarak kendi
seslerini duyuruyor, kendi isteklerini ve gereksinimlerini dile
getiriyorlardı. Komşuluk Birimi Kurulu, Kadın Merkezi konusunda
yenilgiye uğramıştı ve bu oluşumu gözden düşürmek için katılımcıları
karalamaya çalıştı: “Bu kadınlar tembel, evde olmaları
gerekiyor, bu grup kadınlar için iyi değil.” Ne var ki kadınlar belli
bir dayanışma geliştirdiler ve hedeflerine ulaşmak için çalışma grupları
oluşturdular.
Bu
noktada, toplumsal cinsiyet rolleriyle bağlantılı bir ayrım
yapılabilir. Sahadan çıkan gözlemler; erkeklerin, su, elektrik,
kanalizasyon, ulaşım gibi “konut gereksinimleri” için verilen mücadelede
yer almaya istekli olduklarını ve komşuluk birimi kurullarının daha çok
bu sorunlarla ilişkili olarak uğraş vermeye başladığını ortaya koyuyor.
Aynı zamanda, kadınların, cinsiyetçi işbölümü çerçevesinde belirlenmiş
konumu ile ilişkili yiyecek, çocuk bakımı, okul, sağlık, alışveriş gibi
“hanehalkı gereksinimleri” var ve bu alanlarda kadınlar erkeklere göre
daha ilgili olma ve genellikle de başı çeken eylemciler işlevini üstlenme eğiliminde[5].
Erkekler kadınların girişimlerini kimi zaman desteklese de, bu
sorunlarla genellikle daha az ilgililer. Örneğin, bir komşuluk birimi
kurulunun, bir kreş ya da anaokulunun kuruluşuyla uğraşması, pek
rastlanan bir durum değil; genellikle kadınlar bu tür uğraşlar içinde
bulunuyor. Quito’daki birçok farklı komşuluk biriminden elde edilen
verilerin[6] yanı sıra, dünyanın diğer bölgelerine ilişkin yazın da bunu doğrulamaktadır.
Bütün
bunlar göstermektedir ki, komşuluk birimi düzeyinde, açıkça dile
getirilmeyen toplumsal cinsiyete dayalı bir bölünme vardır. Erkekler,
özellikle konuta ilişkin gereksinimlerle ilgilenirken, kadınlar hem
konut hem de yeniden üretici rolleri ile bağlantılı olarak, hanehalkı
gereksinimlerine yönelik mücadelelerin içinde yer almaktadırlar. Aynı
zamanda, barrio kadınlarının yerel düzeydeki gereksinimleri algılama
biçimleri daha kapsayıcıdır. Komşuluk biriminin eski önderlerinden biri
bunu şöyle dile getiriyor: “Olaylara dair, bizim (erkeklerin)
düşünmediklerimizi düşünebiliyorlar. Daha açık fikirliler.” Bu durumda,
kadınlarla erkeklerin yerel düzeydeki eylemlerini bir araya getirmek
olası mıdır? Ne tür talepler hayata geçirilebilir durumdadır? Barrio
kadınlarının, “insan gereksinimleri” kavrayışına ve bu gereksinimlerin
kentsel toplumsal hareketlerle bütünleştirilmesine katkıları nedir?
Kadın
Merkezi, su getirilmesi ve eğitim konularında sorunlarla karşı karşıya
kalmaya başladı. Kadınlar, yapılaşmaya açılmış bir alanın okul yapımı
için ayrılabileceğini biliyordu ve bunu soruşturmaya başladılar.
Şaşırtıcı bir biçimde komşuluk birimi kurulu, o anda gerçek bir
gereksinim olmadığı gerekçesiyle okul fikrine karşı çıktı. Kadın
Merkezi’nin bir önderi şöyle diyordu:
“Bu
akıl almaz bir şeydi! Buna inanmayacaksınız! Komşuluk birimi kurulu ve
topluluktaki bazı insanlar, okula, çocukların gürültüsü nedeniyle ve
yeşil alanları artırmanın daha iyi olacağı gerekçesiyle karşı çıktılar.
Fakat bizim için okul çok önemliydi, çünkü çocuklarımızın Solanda’nın
dışındaki okullara gitmelerini istemiyorduk. Örgütümüz, yetkililere
olduğu kadar, komşuluk birimi kuruluna karşı da savaşmak zorundaydı. Söz
konusu alanın çevresini çitle çevirdik ama gece gelip bu çiti söktüler.
Çok kızgındık, zira okul konusunda son derece kararlıydık. Belediyeye
gidip arsaya ilişkin yasal belgeleri istedik ama yetkililer bize
yardımcı olmadı; her zaman çok meşguldüler. Birçok kez, yeniden ve
yeniden gittik. Bize saygı duymadıklarını hissettik; çünkü kadındık ve
yoksulduk. Grubumuzdan bir kadın, kendisine son derece saygısız
davranıldığından dolayı ağladı. Bir gün yetkilileri kendilerini basın
yoluyla suçlamakla tehdit ettik. Dilekçemizi anında dikkate aldılar.
Yasal belgeleri verdiler ve ‘lütfen gidin, sizi yeniden görmek
istemiyoruz’ dediler. Bütün bu süreçte dışarıdaydık; belediyeyle, il
kuruluyla, parlamentoyla görüşmelerimiz oluyordu. Bu kurumlarla ilgili
çok şey öğrendik. Sonuç olarak, evimizde pek çok sorun vardı;
kocalarımız çok kızgındı, bir kere komşuluk birimindeki insanlar bizim
hakkımızda konuşuyordu ve ikincisi, görevlerimizi -çocuklarımız,
temizlik ve her şey- ihmal ettiğimizi düşünüyorlardı. Bu doğru değildi.
Sabah erkenden evdeki işlerimizi yapıyorduk, çünkü aile içinde sorun
çıksın istemiyorduk. Örgütümüzün üyelerinden bazıları, şiddete varana
değin sorunlar yaşadı. Erkeklerin katılıma, ev dışına çıkmaya hakkı
varken, bizim bu haklara neden sahip olmadığımızı kendimize sormaya
başladık.
Örgütlenme
sürecimizin bu aşamasında çok şey öğrendik. Okulu elde ettik. Bu büyük
bir kazanımdı! Özverilerimizin karşılığını almaktan dolayı çok
mutluyduk. Gurur duyuyorduk. Yerel halk, mücadelemizi tanıdı ve bize
saygı duymaya başladı. Ne var ki, komşuluk birimi kurulu bu konuda öfke
duyuyordu. Kurula katılmak istedik, ama iyi karşılanmadı. İçimizden biri
yerel topluluk tarafından kurula seçilmişti, fakat erkekler bu üyenin
katılımını sabote etmeye çalıştılar. Örneğin, bütün toplantılar akşam
geç saatlerde düzenleniyordu. Sonunda kuruldan tümüyle koptuk ve Kadın
Merkezi olarak çalışmalarımızı sürdürdük. Su getirilmesi, alışveriş
merkezi ve kreş için mücadele verdik. Birçok kişi, komşuluk birimine
ilişkin her şey için bize danışmaya başladı; çünkü neler olup bittiğini
biliyorduk. Komşuluk Birimi Kurulu’nun birçok sorunu var; önderleri çok
sık değişiyor ve şu anda bir başkandan yoksunlar. Bu süreç boyunca
kendimizi de dönüştürdük. Zorlayıcı, ısrarlı bir grup haline geldik.”
Solanda
Kadın Merkezi deneyimi, kadınların komşuluk birimi düzeyindeki
katılımının çeşitli yönlerini sergilemektedir. Kadınların katılımının
olası maddî etkilerinden öte, kişiler üzerindeki etkilerini, grup-içi
öğrenme süreçlerini ve bu etkilerin yeni kimlikler kurmaya ne yönde
katkıda bulunduğunu çözümlemek önem taşımaktadır. Kadın Merkezi
deneyimi, aynı zamanda, sınıf gereksinimleri ile toplumsal cinsiyet
gereksinimlerinin ne gibi dinamikler içinde çakıştığını da
sergilemektedir. Yoksulluğa karşı savaşırken, bu kadınlar, toplumsal
cinsiyete dayalı baskılarla yüzleşmeyi de öğrenmişlerdir. Güç
ilişkilerini tartışmaya, dahası değiştirmeye başlamış ve katılımda
bulundukları dünyaya ilişkin eleştirel bir bakış açısı
geliştirmişlerdir. Bu, kuşkusuz, mekanik bir süreç değil. Jelin’in
işaret ettiği gibi (1990: 188) “kadınların, kökenini gündelik yaşamda
bulan geleneksel rollerini kamusal alana girmek için terk ettikleri
koşulların, kadınlar üzerindeki tahakkümle ilgili toplumsal değişimler
bağlamında, güncel baskıcı sistemi sorgulatacak biçimde toplumsal
cinsiyet kimlikleri oluşturmaya yardım eden belirgin bir kopuş oluşturup
oluşturmadığı sorusunu sormak,” önemlidir.
Solanda
Kadın Merkezi üzerinde dışsal unsurların da etkisi olmuştu. Bir kadın
grubunun oluşum koşulları, Quito yerleşimlerinde etkinlik gösteren sivil
toplum örgütlerinin bir parçasını oluşturan orta-sınıf feminist
kadınlarca canlandırılmıştı. Bu deneyim, sivil toplum kuruluşlarıyla
tabandan gelen halk örgütlenmeleri arasındaki ilişkilere, sivil toplum
kuruluşlarının toplumsal cinsiyet gereksinimlerini karşılamadaki rolü
gibi hassas konulara, kadınlar arasındaki benzerliklere, farklılıklara,
yoksulluğa ve temsile ilişkin bazı soru işaretlerini de gündeme
getirmektedir.
Mücadele Eden Kadınlar: Konuşmayı Öğrenmek
Barrig’e
göre (1989:138), barrio kadınlarının örgütlenmelerinde kadınlar,
“konuşma gücünü elde ettiler. Bu çok önemlidir; çünkü sessizlik,
kadınların tahakküm altına alınışının en belirgin biçimlerinden
biridir.” Burada, kadınların konuşmayı öğrenmiş ve konuşmanın
gücünü keşfetmiş olmalarına karşın, bunu konuşma hakkını elde etmek için
yapmadıklarını öne süreceğim; çünkü bu, onların birincil önceliği
değildi. Maria’nın ortaya koyduğu gibi;
“Kendine
güvenden yoksundum; huzursuz bir insandım. Eşimle konuştuğumda hiçbir
zaman onun gözlerinin içine bakamıyordum. Topluluk içinde konuşmaktan
korkuyordum. Şimdi, ne kadar çekingen olduğumun ayırdına varıyorum.
Kadın Merkezi içinde konuşmayı öğrendim, insanların gözünün içine
bakmayı öğrendim. Bütün korkularım kayboldu.”
Sofia
ise şöyle diyordu: “Kadın grubunda ilişkileri yönetmeyi öğrendim. Bunu
başkalarından öğrendim çünkü grubumuzda hepimiz benzer sorunlara
sahiptik.” Ve Rosa’nın söyledikleri:
“İlk
kez bir kadın örgütüne katılıyorum. Bunu daha önce hiç yapmadım. Bir
konformist olmaya, sorumluluk alamayacağımı düşünmeye alışmıştım. Bu
konuda kendimi güçsüz hissediyordum. Şimdi sanki başka bir insanım.
Birçok adaletsizlik olduğunu farkediyorum. Konformist olmak istemiyorum,
değişimi yaratmak için birşeyler yapmak istiyorum.”
Konuşmayı
öğrenmek dinamik bir süreçtir. Kadınların önce kendi aralarında, bundan
sonra kamusal alanda konuşmayı öğrendikleri öne sürülemez. Dahası,
Solanda’daki katılımcı gözlemleri, farklı deneyimlerin birbirini
güçlendirdiğini ortaya koyuyor. Barrio kadınları; resmî kuruluşlarla
iletişime geçtiklerinde, karma gruplarda söz aldıklarında, kendilerine
güven duyduklarında, evde de konuşma gücü buluyorlar. Kimi kadınlar
eşlerinden korkuyordu, onlarla çatıştıklarında panik yaşıyordu. Komşuluk
Birimi Kurulu’yla, yetkililerle ve politikacılarla karşı karşıya gelme
deneyimini yaşadıktan sonra, kendilerine sormaya başladılar: “Bu
insanlarla korkusuzca konuşabilirken, kendi eşimle bunu neden
yapamayayım?” Ortaklaşılan katılım deneyimi, kadınların yaşamı üzerinde
birçok etkiye sahip oldu. Kadınlardan bazıları artık hiçbir zaman eskisi
gibi olmayacak. Kişisel gelişim, kendine güven, aile içindeki, komşuluk
birimindeki ve yerel topluluk ilişkilerindeki değişim, kendi toplumsal
cinsiyet kimliklerinin yeniden biçimlenmesine katkıda bulundu.
Solanda
Kadın Merkezi’ndeki kadınlar kendilerini aşağıdan gelen bir kadın halk
örgütü olarak tanımladılar: “Solanda’nın mücadeleci kadınları”. Barrio
kadınları olarak kimlikleri, yalıtılmış bireyler olarak değil, bir grup
olarak kamusal alana müdahalede bulundukları anlamına geliyordu.
Özerkliklerini kurma sürecinde, birey olarak ve grup olarak kimliklerini
keşfettiler. Komşuluk birimi kurulundaki eril güçle ve cinsiyetçilikle
karşı karşıya geldiler ve “edilgen, boyun eğmiş kadın” kalıp-yargısını
etkin özneler gerçeğine dönüştürdüler. Kurulla karşı karşıya geliş
süreçlerinde, barrio kadınlarının yeni imajını yarattılar ve komşuluk
biriminin saygısını kazandılar.
Yeni
toplumsal hareketler yazınına hâkim kimlik-yönelimli paradigmanın başat
eğilimi, bu hareketlerin kültürel boyutunu vurgularken, bu hareketlerin
yapısında iktidarın önemini göz ardı etmek yönünde. Örneğin Evers’e
göre (1985), “toplumsal hareketler içindeki yeni öge, iktidarın merkezî
olmadığı toplumsal pratik alanlarını yaratma süreciyle birlikte ortaya
çıkar”. Kültürel boyut, kuşkusuz çok önemli; fakat halk
örgütlenmeleri, iktidar ve güç çatışmalarından arınmış değil. İktidar
çatışmaları hem gruplar içinde hem gruplar arasında hem grup içiyle dışı
arasında kendini gösterir. Yeni ve eski üyeler, genç ve yaşlı kadınlar,
evsahipleri ve kiracılar arasındaki farklılıklar, çatışmayı
destekleyebilir. Kadınlar Merkezi’nde de bu tür gerginlikler ortaya
çıktı. Her grup kendi somut çıkarlarından kimilerini denetim altında
tutma girişiminde bulunduğundan, kurucular ile yeni üyeler arasında
tartışmalar başgösterdi. Gerginlikler, aynı zamanda, grup ve dış
birimler -öteki örgütler, kurumlar, devlet, yönetim-dışı kuruluşlar,
siyasal partiler, kilise, vb.- arasında da ortaya çıkıyordu ve iki
düzeydeki gerginlikler birbirleriyle karşılıklı olarak ilişkiliydi.
Salman’ın işaret ettiği gibi (1990:133) bu iktidar ilişkileri içinden
yeni kimlikler doğdu:
“Yeni
kimliklerin, erk ilişkileriyle iç içe geçmiş bir biçimde ve araçsalcı
siyasal partilerin verili yapıları içinde gelişeceğini ve gelişmesi
gerektiğini varsaymak daha akla yakın olmayacak mıydı? Bu nedenle,
çevreleyen toplum ile karşılıklı etkileşimin, hareketlerin hedeflediği
kimlikler hakkındaki kavramsallaştırmalarla bütünleştirilmesi doğru
değil mi?”
Özerklik,
yalıtılma anlamına gelmez; tam tersine, kadınların kendilerinin
belirttiği gibi, “özerklik, grubun başkalarından saygı görmesidir.”
Özerkliğin bir “elde etme meselesi” olduğunu öğrendiler; komşuluk birimi
kuruluyla, devletle, sivil toplum kuruluşlarıyla ve siyasal partilerle
çatışmalı bir ilişkiler süreci içinde onun için kavga verdiler ve onu
kazandılar. Özellikle Solanda Kadın Merkezi gibi, erkek egemen
örgütlerin kullanamadıkları durumlarda yok sayma yoluna gittikleri
örgütlenmelerde, kadın örgütlerinin marjinalleşmesi gibi bir tehlike
vardır. Komşuluk birimi kurulu ile yaşadıkları ilk olumsuz deneyimden
sonra kimi kadınlar bu kurulla bağlantıyı sürdürmek konusundaki
cesaretlerini yitirmişlerdi. Kadın Merkezi; devletle, sivil toplum
kuruluşlarıyla ve siyasal partilerle ilişkilerinde, yüz yüze gelme ve /
ya da her biriyle uygun biçimlerde tartışmaya girme tarzlarına dair bir
öğrenme deneyimi geliştirdi. Farklı algılamalar sonucunda grup içinde
kimi sorunlar doğsa da, birlik sürdü. Aynı zamanda, Ekvator’da tabandan
gelen kadın örgütlenmeleri arasındaki bağlantılar güçsüz[7].
Kadın hareketi genç bir hareket ve farklı kadın bakış açılarıyla uygun
bir biçimde eklemlenemiyor. Çözülmemiş düğümler hareketin birleşmesine
ve genişlemesine engel oluyor (Bkz. Rodriguez, 1992).
Solanda
Kadın Merkezi, başta gelen ayırd edici özellikleri arasında “halktan”
olmayı vurguladı. Kadınların; yerel yöneticilerle, özel sektör
kuruluşlarıyla, politikacılarla, sivil toplum kuruluşlarıyla ve
kiliseyle uğraşırken edindikleri deneyim, kendilerini tanımlamalarında
büyük önem taşıyordu. “Bize saygı duymadıklarını hissettik; çünkü,
kadındık ve yoksulduk” dediklerinde, “yoksul”u “halktan”a koşut
kıldılar. Bu, genel bir dışlanma duygusunun yansıması olarak
görülebilir. Bununla birlikte, kendilerini aynı zamanda, komşuluk
birimleriyle de özdeşleştiriyorlardı: “Solanda, halkın yerleşimi.
Hizmetlerden yoksunuz, birçok şeyden yoksunuz; kuzeyli yerleşimlerden[8] farklıyız”. Devletle
ve devlet temsilcileriyle karşı karşıya gelişlerinde yaşadıkları
ortaklaşa deneyim başlangıçta başarısızdı, fakat sonuçta baskı
uyguladılar, kendilerini savundular ve dahası, seslerini duyurabilmek
için yetkilileri tehdit ettiler. Güç ilişkilerinin yaşamlarını nasıl
etkilediğini anlamaya ve bununla nasıl başa çıkabileceklerini
araştırmaya başladılar:
“Başlangıçta
endişeliydik; sessizce yürümeyi, sessizce konuşmayı alışkanlık haline
getirmiştik. Sanki bir ‘lütuf’ ister gibiydik. Sonraları, haklarımız
olduğunu öğrendik. Bu çok önemliydi. Birşeyleri isteme tarzımızı
değiştirdik. Şimdi daha güvenliyiz; korkmadan sorular soruyoruz,
korkmadan konuşuyoruz... Ekvator Konut Bankası kredilerimizin faizini
artırmak istediğinde, bir gösteriye katıldık; banka yetkililerine
gittik, fakat bizi kabul etmek istemediler. ‘Peki, önderleriniz nerede?
Ofise yalnızca erkekler girebilir’ dediler. Bunu protesto ettik ve
grubumuzdan bir kadın, erkeklerle birlikte içeri girmeyi başardı.”
Barrio
kadınları kamusal alanda uğraş vermeye başladıklarında, yalnızca ev
yaşamının sınırlarını zorlamıyor, aynı zamanda, kuralları kırıyor ve
ötekilerle -erkekler, yetkililer, kurumlar ve devlet- ilişki biçimlerini
değiştiriyorlardı. Bu süreç “güçlenme” olarak adlandırılabilir. Barrio
kadınları, güçten yoksunluklarının üstesinden gelebilmenin kavgasını
veriyordu. Kadın grubundaki deneyimleri aracılığıyla, iktidarın değişik
biçimlerini ayırd etmeyi ve bunların kendi kişisel ve aile yaşamlarını
nasıl etkilediğini öğrendiler. “Bu kadınlar için güçlenme, kendi
erksizliklerinin nedenlerine ilişkin düşüncelerini değiştirdikleri,
kendilerini baskı altına alan sistematik güçlerin ayırdına vardıkları ve
kendi yaşama koşullarını değiştirme edimine giriştikleri noktada
başlar.” (Morgen ve Bookman, 1988: 4)
Kadınların
ailelerinde birçok sorun doğdu. Bu sorunlarla yüzleşmede kadınlar
farklı stratejiler kullandılar. Kimileri, eşleriyle çatışmadan kaçınmak
için Kadın Merkezi’nden ayrıldı ya da katılımlarını gizledi. Kimileri,
ailesiyle, kadınların toplantılara katılmakta neden özgür olamayacağını
tartıştı. İlişkilerini koparma yoluna gidenler bile oldu. Her durumda,
kadınlar, kadın oldukları için tahakküm altına alınışlarını sorgulamaya,
aile ilişkilerini kısa dönemde dönüştüremiyorlarsa bile yeni düşünceler
benimsemeye başladılar. Vargas’ın işaret ettiği gibi (1991: 29) bu,
paylaşılan bir deneyimdi:
“Bütün
mücadeleleri aynı anda veremeyeceğimizin farkındayız. Yüksek değerdeki
amaçlarımızı koruyabilmek için, geleneksel tartışma biçimlerini
kullanıyoruz. Örneğin, ev-içindeki cinsiyetçi işbölümünde ciddi bir
değişiklik gereksinimini arka plana itiyoruz, çünkü bizimki gibi
toplumlarda bunun, değişmesi en güç şeylerden biri olduğunu biliyoruz.”
Aile
sorunları ortaklaşılan bir konu olduğundan, bunları tartışmaya,
deneyimlerini paylaşmaya ve birbirlerine destek vermeye başladılar.
Kadınlara karşı şiddet önemli bir başlık olarak ortaya çıktı. Yerel
halkta, eşlerinde ve öteki kadınlarda farkındalık yaratacak tiyatro
oyunları aracılığıyla deneyimlerine dikkat çekmeye karar verdiler. İlk
oyunları Süpürgeler’de, ev içinde baskı altına alınışlarının simgesi
olarak dört tane süpürge kullandılar ve bunları özgürleşmelerinin
simgesine dönüştürdüler. Bu, kadınların katılımındaki kısıtlılıklara
dair yerel topluluğu eğitmek, ama daha önemlisi, kadınlar olarak
tahakküm altına alınışlarına dair kendi bilinçlerini yükseltmek için
gösterdikleri çabaların en önemlilerinden ilkiydi. Kadınların, boyun
eğişlerinin “doğallığı” ile yüzleşmeleri, kişisel sorunlarını paylaşma
ve eklemlemenin getirdiği ortaklaşalık deneyimiyle ve başka kadınların
da benzer durumlarda bulunduğunu öğrenmeleriyle bağlantılı
görünmektedir. Bu, bilinçlerini değiştirip kendi dünyalarını yeniden
keşfetmelerine yardımcı olmaktadır. Kendi yaşamlarını başkalarının
yaşamlarıyla karşı karşıya getirmekten, bir toplumsal cinsiyet kimliği
doğmaktadır.
Kentsel Toplumsal Hareketler ile Feminist Hareket Arasındaki İlişkiler
Barrio
kadınları, sınıf ve toplumsal cinsiyet gibi ikili bir kimliği
cisimleştiriyor. Komşuluk birimlerinde yerel topluluğun üyeleri olarak,
eşler, anneler, kız çocuklar olarak hareketlere katılıyorlar; fakat,
toplumsal cinsiyet farklılıkları nedeniyle, bu katılımları erkeklerden
farklı bir yolla gerçekleşiyor. Katılımlarının içeriği, doğası,
biçimleri ve anlamı farklı. Bu farklılıklar, çatışmalı ilişkileri
güçlendiriyor ve sınıf ile toplumsal cinsiyet arasında çelişkiler ortaya
çıkıyor. Kentsel toplumsal hareketlerin kentsel sorunları algılayışı,
toplumsal cinsiyet boyutunu içermekten uzak kaldı; bu nedenle,
kadınların çıkarları ve gereksinimleri, genellikle görünmez kaldı.
Kadınların ve erkeklerin benzer gereksinimlere, beklentilere ve
sorumluluklara sahip olduğu varsayıldı. Geleneksel sınıf-temelli ya da
erkek egemen örgütlenmelerin toplumsal cinsiyet gereksinimlerini ayırd
etmedeki yetersizliği, toplumsal hareketlerin daha demokratik ve
kapsayıcı bir yapılanmaya kavuşmasının önünde engeldir.
Kentsel
toplumsal hareketlerin önderliğinin erkeklerin egemenliğinde olması
sıradanlaşmıştır. Kadınların, erkek-egemen yapılarda yalnızca ikincil
rollerde katılımda bulunmaları dert edilmez. Dahası, bu yapılar temsil
üzerinden işlediğinden, yerel örgütlenmeler üzerindeki denetim çok
önemli bir hâle gelir. Solanda’da olduğu gibi kimi durumlarda, barrio
kadın örgütleri ve öteki topluluk-temelli gruplar, geleneksel önderlik
yapılarını sorgulamaya başlarlar. Karar alma süreçleri karşısında kıyıya
itilmek, komşuluk birimlerinde gerçek bir tehlikedir. Barrio kadınları
hâlen marjinalleşmiş durumdadır. Komşuluk biriminin genel dinamiği
dışında çalışan birçok kadın grubunun benzer sorunları yoktur, çünkü
herhangi bir kimseye ya da gruba herhangi bir tehdit oluşturmazlar.
Bununla birlikte, Kadın Merkezi gibi yeni örgütlenme tipleri için,
önderliği ve süreçleri sorgulamaya, karar almadaki erk ve katılımdan pay
alma iddiasında bulunmaya başladıklarında, sorun doğmaktadır. Burada
kadınlar, eril otoriteryenizm ile savaşmak durumundadır ve kimi zaman
grupları marjinalleşir, katılım konusundaki cesaretleri kırılır.
Aynı
zamanda, kadınların toplumda baskılanmalarıyla ilgili öteki kadın
gruplarıyla ortak sorunları olmakla birlikte, barrio kadınları bu
gruplardan birçok açıdan farklılaşır. Solanda kadınları, orta-sınıf
kadın örgütlenmelerinden ayırd edilmek için, kendilerini halk
örgütlenmesi olarak adlandırmaktadırlar. Orta-sınıf feministlerden
farklı gündemlere, önceliklere, önderlere ve söylemlere sahip oldukları
gibi, feminist olarak tanımlanmayı da reddettiler. Bununla birlikte,
barrio kadın örgütlenmelerinin, feminist talepleri cisimlendirmek için
büyük bir gizilgüce sahip olduğu açıktır ve uygulamada çoğu, toplumsal
cinsiyete dayalı tahakküme karşı savaş vermektedir. Yaşama koşullarını
iyileştirmek, ev içindeki ve dışındaki güç ilişkilerini değiştirmek için
mücadele etmekte ve böyle yaparak, feminizmin salt orta sınıfların
alanı olduğu varsayımını sorgulatmaktadırlar.
Orta-sınıf
feminist gruplar kimi zaman bir “kızkardeşlik” ideolojisinin tuzağına
yakalanırlar ki bu, kadınlar arasındaki farklılıklarla çatışmaların
ayırd edilmesini engeller. Dar bakışlı bir feminizm, pratik toplumsal
cinsiyet çıkarları için verilen mücadelelerin önemini gözardı eder, bu
tür konular çevresinde oluşan örgütlenmeleri değersizleştirir.
Dolayısıyla, feministler için, “kadın hareketi” ve “feminist pratik”
kavramlarını genişletmeleri önemli görünmektedir:
“İlerlemeci
ve feminist kadın örgütleri, kadınların eşler, anneler ve evi idare
edenler olarak rollerini tanımada çoğunlukla isteksiz olmuşlar ve bu
bağlamda, halk bilinciyle, eleştirel ve yaratıcı bir yoldan işbirliği
içinde olma olanaklarını yitirmişlerdir.” (Bell, Hassim ve Todes, 1989)
Barrio
kadınları, kültürel ve toplumsal dönüşüme katkıda bulunmak için büyük
bir gizilgüç taşımaktadırlar. Kaynaklara, becerilere, önderliğe,
iletişim ve işbirliğine ulaşarak, örgütsel kapasitelerini, bireyler ve
gruplar olarak kendilerini güçlendirmeye gereksinimleri vardır. Bu
süreçler, gördüğümüz gibi, çok karmaşıktır.
Sonuçlar
Solanda
örnekolayı, sonuçlardan çok sorular doğuruyor. Kentsel toplumsal
hareketler; nötr anlamda “insanlar”ı değil, fakat farklı kimlikler,
kurallar, gereksinimler, umutlar, korkular, dilekler ve katılım
biçimleri ile erkeklerle kadınları içermektedir. Sınıf, toplumsal
cinsiyet, yaş, bölge ve din ile ilişkili farklılıklar çatışmalar ve
gerginlikler yaratabilir. Bu durumda, kentsel toplumsal hareketlerin, bu
toplumsal çeşitliliği dile getirmesinin, bu farklılıklarla ilişkili
özgül çelişkilerle uğraşmasının olanakları nelerdir? Toplumsal
öznelerin, çıkarların ve gereksinimlerin çoğulluğunu tanıyan toplumsal
hareketlerin demokratikleşmesini tahayyül etmek olanaklı mıdır? Bu
hareketler içinde kültür, ideoloji, gündelik yaşam ve toplumsal cinsiyet
ilişkileriyle yüzleşilebilecek bütünsel bir bakış açısı geliştirmek
olanaklı mıdır?
Katılım
sürecinde, barrio kadınlarının gündelik yaşamları etkilendi. Ev kadını,
anne, kız çocuk olmanın kısıtlılıklarının, kadınların baskı altına
alındıkları ilişkileri dönüştürmeleri için nasıl bir gizilgüç durumuna
da gelebildiğini, toplu katılımdan toplumsal cinsiyet kimliğinin nasıl
doğduğunu, güçten yoksun kadınların, ev içindeki ve dışındaki iktidarı
ayırd etmeye ve sorgulamayı öğrendiklerinde, gündelik iktidar
ilişkilerini ve politikayı nasıl değiştirdiklerini gördük. Bu sessiz
süreçler, belki dünyayı değiştirmiyor, ama açıktır ki onların dünyasını
değiştirdi. Bu değişimlerin uzun dönemli etkilerine gelince, yalnızca,
gündelik yaşama yeni değerler getirebileceğini kestirebiliriz. Toplumsal
cinsiyet ilişkisel olduğundan, bunun tek yanlı bir süreç olması
düşünülemez; erkeklerle karşılıklı etkileşimi içerir. Topluluğa
içerilmeleri, kadınları, daha donanmış olarak ve kendine güvenle
erkeklerle etkileşime girmeleri yönünde geliştirdiği gibi, erkeklerdeki
değişimleri de özendirir. Kimlik, gördüğümüz gibi, karmaşık süreçler
içinde yapılanır. Gündelik yaşamdaki çeşitli yüzleşme deneyimlerinden
doğar. Barrio kadınları, yalıtılmış olarak değil, fakat toplu bir
hareket olarak, baskı altına alınışlarından sızlanarak değil, fakat
sınıf ve toplumsal cinsiyet ilişkileriyle yüzleşerek, ev içinde ve
kamusal alanlarda bilinçlerini geliştirmişlerdir.
Solanda
Kadın Merkezi, salt açık amaçlarına ulaşmadaki başarısı çerçevesinde
değerlendirilemez. Toplumsal örgütlenmeler dinamiktir, örgütün evrimi
sırasında değişimler gündeme gelebilir. Belki de bu örgütlenmeleri daha
yakından inceleyerek bu süreçlerin varsıllığını yakalayabiliriz. Barrio
kadınlarının politikleşmesi, pratik toplumsal cinsiyet gereksinimlerinin
çevresinde oluşan devingenliğin, hem sınıf hem de toplumsal cinsiyet
bilincini geliştirebileceğini ortaya koymuş, pratik-stratejik
karşıtlığını da böylelikle sarsmıştır. Bununla birlikte, söz konusu
olan, dolayımsız bir sonuç değil, fakat çeşitli etmenlerin çakıştığı bir
süreçtir. Dışsal birimlerin rolü bu süreçte çok önemlidir. Barrio kadın
örgütlerinin ayakta kalabilme olasılığı, kendi güçlerine -kendi
gruplarını güçlendirmelerine, kendi aralarında şebekeler kurmalarına,
öteki hareketlerle, siyasal partilerle, devletle, kurumlarla, kiliseyle
bağlantı kurma ya da yüzleşme yeteneklerine ve kendi alanlarını ve
özerkliklerini koruyabilmelerine- bağlıdır. Erkek egemen kentsel
toplumsal hareketler, barrio kadınlarını, genel mücadelenin salt
“yardımcı”ları olmak yerine, eşit failler olarak görecek ve onlarla daha
anlamlı ve eşitlikçi işbirlikleri oluşturacak bir noktaya gelebilirler.
Aynı zamanda, kadın hareketinin, farklı yaklaşımlarla, pratiklerle ve
deneyimlerle canlandırılmasına gerek vardır. Feministler olarak bizler,
sınıf, toplumsal cinsiyet, etnisite, ırk ve din arasındaki bağlantıları
kurmanın olanaklarını yeterince araştırmadık; bu nedenle, kuramda açık
olan, uygulamada karışık bir duruma gelebiliyor. Barrio kadınları kendi
tarihlerini yapmaktadırlar; fakat bu tarih inşası, devleti, siyasal
partileri, sivil toplum kuruluşlarını, kiliseyi, uluslararası
kuruluşları ve kendi mevcut anlayışlarının dışındaki feminist
düşüncelerin etkisini de içeren bir bağlamda gerçekleşmektedir. Bununla
birlikte, mücadelelerinin sağladığı şey, bu feminist düşünceleri ve
uygulamayı, bütün kadınların düşünüşlerini, deneyimlerini ve isteklerini
kucaklayacak bir feminizm yönünde dönüştürmektir.
Kaynakça
Assies,
Willem (1990), “Of structured moves and moving structures: an overview
of theoretical perspectives on social movements”, in W. Assies, G.
Burgwall and T. Salman (eds.), Structures of Power, Movements of Resistance: An Introduction to the Theories of Urban Movements in Latin America, Amsterdam: CEDLA.
Barret, Michele (1988), Revised Edition, Women’s Oppression Today: Problems in Marxist Feminist Analysis, London, Verso.
Barrig,
Maruja (1989), “The difficult equilibrium between bread and roses:
women’s organizations and the transition from dictatorship to democracy
in Peru”, in J.S. Jaquette (ed.), The Women’s Movement in Latin America, Boston: Unwin Hyman.
Bell,
Jo, S. Hassim and A. Todes (1989), “A bit on the side? Gender struggles
in the politics of transformation in South Africa”, Feminist Review, no.34.
Blondet, Cecilia (1990), “Establishing an identity: women settlers in a poor Lima neighborhood”, in Elizabeth Jelin (ed.), Women and Social Change in Latin America, Geneva: United Nations Reserach Institute for Social Development.
Camacho, Gloria (1990), “Organizaciones populares de mujeres y reproduccion de roles tradicionales”, MS, CEPALES, Quito.
Castells, Manuel (1983), The City and the Grassrooots, London: Edward Arnold.
CEPALES
(1985), “Sistematizacion proyecto ‘Organizacion y Promocion de la Mujer
en Barrios Populares de Quito’: La experiancia en la primavera”, Research Report, Quito.
CESIP (1987), Estrategias de sobrevivencia y de poder femenino en los barnos, Lima.
Evers, Tilman (1985), “Identity: the hidden side of new social movements in Latin America”, in David Slater (ed.), New Social Movements and the State in Latin America, Amsterdam: CEDLA.
Feijo, Mari Carmen and Monica Gogna (1990), “Women in the transition to democracy”, in Elizabeth Jelin (ed.), Women and Social Change in Latin America, Geneva: United Nations Reserach Institute for Social Development.
Kaufman, Michael (1991), “Differantial participation: men, women and popular power”, Paper presented to a CEDLA / CERLAC joint workshop, Amsterdam.
Lind,
Amy Conger (1992), “Power, gender and development: popular women’s
organizations and the politics of needs in Ecuador”, pp. 134-149 in
Arturo Escobar and Sonia Alvarez (eds.), The Making of Social Movements in Latin America, Boulder: Westview Press.
Little, Jo, Linda Peake and Pat Richardson (1988), Women in Cities: Gender and the Urban Environment, Basingstoke: Macmillan Education.
Molyneux, Maxine (1985), “Mobilization without emancipation? Women’s interest, the state and revolution in Nicaragua.”
Molyneux, Maxine (1986), “Prologue”, in Gail Omwedt, Women in Popular Movements: India and Thailand during the Decade of Women, Geneva: United Nations Reserach Institute for Social Development.
Morgen,
Sandra (1988), “‘It is the whole power of the city against us’: The
development of political conciousness in a Women’s health care
coalition”, in Sandra Morgen and Ann Bookman (eds.), Women and the Politics of Empowerment, Philadelphia: Temple University Press.
Sandra
Morgen and Ann Bookman (1988), “Rethinking women and politics: an
introductory essay”, in Sandra Morgen and Ann Bookman (eds.), Women and the Politics of Empowerment, Philadelphia: Temple University Press.
Moser, Caroline (1985), “Women’s work in urban protest and struggle”, MS, London.
Moser,
Caroline (1987), “Mobilization is women’s work: struggles for
infrastructure in Guayaquil, Ecuador”, in C. Moser and L. Peake (eds.), Women, Human Settlements and Housing, London and New York: Tavistock.
Moser, Caroline (1989), “Gender planning in the Third World: meeting practical and strategic gender needs”, World Development 17 (11): 1799-1825.
Oakley, Ann (1972), Sex, Gender and Society, London: Gower.
Pires de Rio Caldeira, Teresa (1990), “Women, daily life and politics”, in Elizabeth Jelin (ed.), Women and Social Change in Latin America, Geneva: United Nations Reserach Institute for Social Development.
Raczynski, Dagmar and Claudia Serrano (1985), Vivir la pobreza: Testimonio de majeres, Santiago: PISPLAN / CIEPLAN.
Rodriguez, Lilia (1990), La majeres de Solanda: Mujer, barrio popular y vida cotidiana, Quito: CEPAM-ILDIS.
Rodriguez, Lilia (1992), “La consturuction del movimiento de mujeres en Ecuador”, MS, CEPAM, Quito.
Rodriguez, Lilia (1993), Genero y desarrollo: Nudos y desafios en el trabajo no-gubernamental en Ecuador, Quito: CEPAM.
Salman,
Ton (1990), “Between orthodoxy and euphoria: research strategies on
social movement, comparative perspective”, in W. Assies, G. Burgwal and
T. Salman (eds.), Structures of Power, Movements of Resistance: An Introduction to Theories of Urban Movements in Latin America, Amsterdam: CEDLA.
Sara-La Fosse, Violeta (1989), “Los comedores y la promocion de la mujer”, in Galer and Nunez (eds.), Mujer y comedores populares, Lima: SEPADE.
Vargas, Virginia (1991), “The women’s movement in Peru: streams, spaces and knots”, European Review of Latin American and Caribbean Studies 50 (June): 7-50.
# Türkiye’deki gecekondu
yerleşimlerinin Ekvator’daki benzeri. Bu tür yerleşimler; düşük gelirli
ve yoksulları barındırmak, kentin çeperlerinde yer almak, yasal inşa ve
imar süreçlerinin dışında gelişmek, teknik ve sosyal donatıdan, temel
kent hizmetlerinden yoksunluk ya da bunların eksikliği gibi ortak
özellikler taşımanın yanı sıra, her ülkede özgül ayırd edici nitelikler
de göstermektedir. Bu nedenle, yerel oluşum süreci ve / ya da
kavranışını yansıtan farklı isimler almaktadır: favela (Brezilya), bidonville (Fransız Afrikası) ya da busti (Hindistan) gibi (ç.n.)
* Latin American Perspectives, Summer 94, Vol.21, Issue 3, s.32-49.
** Ekvator Kadınlar için Destek ve Eylem Merkezi - CEPAM yöneticisi
[1]
Emeğin yeniden üretiminin toplu tüketime indirgenmesi, özellikle
kadınlar için önem taşıyan gündelik yaşamın çeşitli yönlerini dışladığı
için, eleştirilmektedir (Bkz. Little, Peake ve Richardson, 1988)
[2]
“Cinsiyet” (sex) ile “toplumsal cinsiyet” (gender) arasındaki ayrım
kadınlar ile erkekler arasındaki toplumsal ilişkilerin anlaşılmasında
önemlidir. “Cinsiyet”, kadınların ve erkeklerin ayırd edici fiziksel
özelliklerine göndermede bulunurken, “toplumsal cinsiyet”, adı üzerinde,
toplumsal bir inşadır. “Cinsiyet” biyolojik bir terimken, “toplumsal
cinsiyet” psikolojik ve kültürel bir terimdir (Bkz. Oakley, 1972).
[3]
Quito ve Guayaquil’de 1983’ten bu yana çalışan bir gönüllü kuruluş olan
Destek ve Eylem için Ekvator Kadın Merkezi (CEPAM), Solanda Kadın
Merkezi’ne, başlangıç dönemi için destek ve danışma hizmeti sunmuştur.
[4]
Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca tanınan örgütler devletle, sivil toplum
kuruluşlarıyla ve uluslararası örgütlerle sözleşme yapmaya yetkilidir.
[5]
Örneğin Peru’da, kadınlar, “çorba mutfakları” ve “süt programları”na
kitlesel olarak katılmaktadırlar. Benzer deneyimler Şili, Brezilya ve
Kolombiya için de kaydedilmiştir.
[6] Amadres Cuidadoras Hareketi, bir hükümet programını komşuluk birimi düzeyinde yürütmektedir.
[7]
Yakın zamanda, Quito’nun güneyindeki kadın halk örgütleri belli
projeler üzerinde birlikte çalışmaya başladılar, fakat örgütsel anlamda
dağınık, ayrı kaldılar.
[8]
Geçmişte, kentin kuzeyindeki ve güneyindeki yerleşimler arasında
belirgin bir ayrım vardı; kuzey, eksiksiz hizmetleri ve altyapısıyla,
varsıl bir alan olmakla ayırd ediliyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder