Puan sokağındaki 480 numaralı binanın kapısından girdiğimizde başka bir dünyaya çıkıvermiştik sanki...
Burası, Buenos Aires Üniversitesi'nin Felsefe ve Edebiyat Fakültesiydi kuşkusuz. Ancak, 1968 Mayıs'ındaki Paris Üniversitesi'ni konu alan bir filmin setine düştüğümüz söylense, buna inanmamız da güç olmazdı.
Fakülte binâsı Troçki ve Mao resimli posterlerin yanı sıra, duvardan duvara, kürtajın yasallaştırılmasını, eşcinsellerin özgürlüğünü, ekonomik krizin bedelinin sermaye sınıfına ödetilmesini ve devrimci fikirleri savunan afişlerle doluydu. Bir de, hafta sonu düzenlenecek türlü festivalin ilânıyla. Bunlardan birini arkadaşlarıma gösterdim ve "Bahsettiğim işte buydu..." dedim, "Cumartesi akşamı başlayacak ve pazar sabahına kadar sürecek."
Fakülte duvarlarında Venezuella başkanı Hugo Chavez'in, Bolivya lideri Evo Morales'in ya da Arjantinli Peronist liderlerin resimleri göze çarpmıyordu. Kurulan dergi, kitap ve bildiri standlarında da...
Öğrencilik çağını geride bırakmış bizler, bir soğuk içecek alıp, kararan havaya karşın canlılığından hiçbirşey kaybetmemiş avluya çıktık. Aramızda ufak tartışmalara tutuştuk. "Chavezci Naziler", "Moralesçi Faşizm" gibi ifadelerle birbirimizi iğlenemekten de kaçınmadık doğrusu.
Eşcinsel evliliğin yasallaştığı bir ülkede, bunu sağlayabilmek için kiliseye ve muhafazakârlara ödenen diyeti tartıştık. Duvardaki bir afiş "eşcinsel evlilik bir adım" diyordu, "sıra özgür kürtajda". Oysa, gerçek hayatta sıra, doğum kontrol haplarının engellenmesine gelmişti.
Avludan ayrılarak 108 numaralı salonun kapısına yöneldiğimizde yaşını başını almış bir hanım "Emir Sader panelini bekliyorsunuz değil mi?" diye sordu. "Evet" dedik, "henüz kimsecikler yok ama doğru yerde gibisiniz". Birkaç dakika içinde en az yarısı kırk yaşlarını devirmiş birileri daha katıldı aramıza.
Nereden nereye?
"Nereden nereye..." diye geçirdim, "bundan beş yıl önce Porto Alegre'de, Dünya Sosyal Forumu açılışında, muazzam bir kalabalık dinlemişti Emir Sader'i...". Brezilya'da Lula hâlâ iktidarda ve Emir Sader hâlâ Latin Amerika'nın belki de en itibarlı sosyal bilimcisi. Nitekim, ilk semineri Bolivya devlet başkan yardımcısının verdiği bir dizi için burada.
Oysa hepsi solcu gençlerden taş çatlasa on kişi, bu salona girdi. Arkadaşımın yorumuna göre, bunları da öğretmenleri göndermişti Allah bilir... Benim de, Porto Alegre'deyken Emir Sader, Eduardo Galeano ve Jose Saramago'nun konuşmalarındansa Manu Chao konserini yeğlediğimi itiraf ettim ve gülüştük.
Bu fakültenin öğrencileri Latin Amerika'daki halkçı hükümetleri pek tutmuyorlardı belli ki. Bir arkadaşım, "İnsan en azından protesto etmeye gelir canım!" dedi. Sanki bilmiş gibi! On dakikaya kalmadan, önce Emir Sader kürsüye davet edildi, ardından kapı önünde muazzam bir öğrenci kalabalığı toplandı.
Öğrencilerin derdi Sader değil, salondaki fakülte yönetimiydi aslında. Nitekim, belki de misafiri önünde aşağılandığını hisseden bir yöneticinin salona girmeye çalışan öğrencilere bağrıp çağıracağı tuttu. Bu gerginlik herşeyi değiştirdi. Salon işgâl edildi ve "dışarı" diye tempo tutan öğrenciler arasından geçip, seminerin yeni adresine, üst kattaki konsey odasına yöneldik. Böylece üst katta sol hükümetlerin başarı ve eksiklikleri tartışıldı; alt katta, hükümetlere pek güven duymayan sol öğrencilerin alternatif paneli başladı.
Bizler Puan sokağındaki binâdan ayrıldığımızda, fakültedeki öğrencilerin sayısı saatle âlâkalı olarak azalmışa, ancak kapladıkları alan artmışa benziyordu. Ertesi gün gazeteler, Felsefe ve Edebiyat Fakültesi'nin işgâl edildiğini yazdılar. Liselerde başlayan işgâl üniversitelere sıçramıştı. Öğrenci temsilcileri, işgâllerin tüm ülkeye yayılacağından söz ediyorlardı.
Cumhurbaşkanı Cristina Fernandez de Kirchner, "öğrenciler daha iyi eğitim imkânları, daha bakımlı okullar istiyorlar" diyordu, "Bunu da kırıp dökmeden yapıyorlar iyi birşey ve bunu istemeye hakları var".
Öğrenci temsilcileri, bu desteği "hükümet bu eylemleri, Buenos Aires kent valisine karşı yönlendirmek istiyor" diyerek geri çeviriyorlardı, "Sorunlar bu kente özgü değil".
Buenos Aires kent yönetimi "Bir proje hazırladık ve öğrencilerle tartıştık" diyordu, "Artık işgâller için gerekçeleri kalmadı". Öğrenci örgütleriyse "takvimi net olmayan ve yalnızca on liseyi içeren bir proje" diyerek itiraz ediyorlardı, "işgâller sürecek".
Bu arada özel üniversitelerde hayat tüm sıradanlığıyla sürüyordu. Katolik Üniversitesi, Belgrano Üniversitesi, Palermo Üniversitesi gibi okullarda okumuş tanıdıklarım, Buenos Aires üniversitesinin imkânlarını metheder ancak hafiften dudak bükerler "O kadar politik bir okul ki..." diye başlarlar, "o eylemler arasında ders yapılmaz bile"
Öğrenci eylemleri, okul binâlarının iyileştirilmesi talebiyle başlamıştı. Bu, sol açısından sıradan bir durum değil. Ne de olsa, Avrupa'da bile pekçok devlet üniversitesinin binâsı bakımsızlıktan çürür ve özel üniversiteler binâlarıyla övünür. Sol kesim ise eldeki paranın, araştırma bütçelerine ayrılması için eylem yapar.
Puan sokağındaki Fakülte binâsına gelince, doğrusu, onu, öğrencilerin isyan ettikleri eskiliğine karşı sevdiğimi söylemeliyim.
Kim bilir belki de bana, pekçok yönüyle, Panthéon-Sorbonne Üniversitesi'nin, öğrencilik hayatımın bir kısmının geçtiği ve düzenli olarak işgâl edilen Tolbiac binâsını hatırlattığı içindi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder