Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler

Mahmut Hamsici
BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.
Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.
Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.
25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.
Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı
Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.
Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.
BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'
Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.
Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.
Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

6-7 Eylül Olayları: Azınlıkları Tasfiye Hareketi

 1955’in 6 Eylülü. Başta İstanbul olmak üzere, İzmir ve Adalar’da Rumlara ve diğer gayrimüslimlere karşı büyük bir linç ve yağma hareketi gerçekleşti. İki gün boyunca devam eden olaylarda birçok gayrimüslim yaralanırken, yaşamını yitirenler oldu. Maddi hasar ise çok büyük boyutlardaydı. Kalabalık güruhun önüne çıkan tüm dükkânlar, kiliseler yağmalanmıştı. Devletin kolluk kuvvetleri önceden haberdar oldukları halde herhangi bir müdahalede bulunmadan olayları izlemekle yetindiler. Olayların ardından birçok Rum ve gayrimüslim, sahip oldukları her şeyi geride bırakarak yaşadıkları alanları terk etmek zorunda kaldılar. Olayların tarihsel gelişimi, eski despotik devlet geleneği üzerinde yükselen yapının yeni sahiplerinin sınıfsal ihtiyaçlarıyla örtüşmekteydi.
Kapitalist üretim ilişkilerinin yeni yeni nüfuz etmeye başladığı Osmanlı devletinin son dönemine kadar, ticaret, ağırlıklı olarak gayrimüslim tebaanın eliyle yürüyordu. Bu olgu TC’nin kuruluş yıllarında da varlığını sürdürecekti. Lozan Konferansıyla “azınlık” statüsü verilen Rumlara ve diğer gayrimüslimlere, yeni gelişmekte olan Türk burjuvazisi bir taraftan gıpta bir taraftan da açgözlü bir kinle bakıyordu. Bu “azınlıklar”ın burjuva kesimlerinin sahip olduğu servet ve mülkiyete çeşitli biçimlerde el koyma girişimleri en açık ifadesini aslında daha II. Dünya Savaşı sırasında yürürlüğe konulan Varlık Vergisi ile bulmuştu.

Cezaevi; ucuz emek

Bu haber zaman gazetesinden alınmıştır.

Bir milyarlık üretim yapan mahkûmlar ihracata hazırlanıyor
Şaban Gündüz izmir - 04.09.2012
Cezaevlerinde kurulan işyurtları, birer fabrika gibi çalışıyor. Ayakkabıdan mobilyaya sabundan halı ve kilime kadar 100'den fazla iş kolunda üretim yapan atölyeler, yıllık bir milyar liraya yaklaşan ciro elde ediyor.
Türkiye'deki birçok resmî kurumun ihtiyacını karşılayan işyurtları, artık yurtdışından da talep görüyor. Kısa bir süre önce Amerikalı bir girişimci, Ayaş Cezaevi'nde mahkumlar tarafından üretilen geleneksel el ürünlerinden sipariş verdi. Firmanın önümüzdeki aylarda toplu alım yapacağı belirtildi. Yaklaşık 15 bin mahkûmun çalıştığı işyurtlarından elde edilen gelirler ise cezaevlerine yatırım için kullanılıyor. Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İsyurtları Kurumu Ar-Ge Uzmanı Rahmi Karaman, Türkiye genelindeki 400 cezaevinden 225'inde işyurtları bulunduğunu, bunların yıllık cirosunun bir milyar liraya yaklaştığını söyledi. Türkiye genelindeki işyurtlarında yaklaşık 15 bin yükümlünün çalıştığını kaydeden Karaman, "Açık cezaevleri birer üretim merkezi gibi çalışıyor. Ciromuz her yıl artıyor. Elde ettiğimiz gelirleri yine cezaevlerine yatırım için kullanıyoruz."

White White World / Beli, beli svet - İZLE

Sırbistan,Almanya,İsveç / Türkçe Altyazılı
IMDB Puanı: 7.2/10
Tür: Dram
Yönetmen: Oleg Novkovic
Senaryo: Milena Markovic
Oyuncular: Jasna Djuricic,
Uliks Fehmiu, Hana Selimovic
Süre: 1 saat 59dk
Kocasını öldürüp hapis yattıktan sonra özgür kalan bir kadın, Sırbistan’daki Bor şehrine geri döner. Kızı ve iki erkek arkadaşıyla birlikte zaman geçirmeye başlayan kadın, bir süre sonra kızının bu erkeklerden biriyle yakınlaştığını fark eder ve annesiyle kızı arasında garip ve sonuçları iyi olmayan bir rekabet baş gösterir.
Sırp sinemasının bağımsız filmlerinden olan White White World, ilginç ilişkiler yumağına dramatik bir bakış açısı sunuyor. Eski Yugoslav birliğinden sonraki dönemi de yansıtan ve başarılı olarak nitelendirilen film için yorumlarınızı bekliyor; iyi seyirler diyoruz.

Toplumun Kürt Algısı: Folklorik-İyi Kürtler ve Politik-Kötü Kürtler

Toplumun kürt algısında genel olarak bu iki görüşün egemen olduğu söylenebilir.Birinci grupta yer alan kürt modeli kimi zaman kentli-orta sınıf veya kentli burjuva olarak karşımıza çıkabilir.Yahut devletine bağlı bir bürokrat olarak göze çarpar.Bu iyi Kürt modelindeki insana göre devlet baba iyidir,fakat kürt de iyidir hatta ‘’Kürtlüğünden gurur duyulur falan ama Kürtlerin hepsini kötü göstermek yanlıştır.’’Yine bu Kürt modelinde Kürtçe müzik falan dinlenir , esprilerde , şakalaşmalarda günlük kullanımda bir iki Kürtçe kelime araya sıkıştırılır.Fakat bu Kürtçenin bir anadil olduğu ve bir anadile gösterilmesi gerek özenin-saygının Kürtçeye de gösterilmesi gerektiği bu Kürt modelinde pek de önemsenmez , hatırlanmaz ,bilin(e)mez.Çünkü bu Kürt modelinde Kürt olmak folkroik bir zenginlik, farklılıktan öteye geçemez.

Ama bir gün gelecek başka bir volkanın gümbürdeyen sesi yükseltecek - Rosa Luxemburg


        Üzerinde duman tüten yıkıntı dağları, parçalanmış ceset yığınları, baktığınız her yerde buhar ve duman tüten bir ateş denizi, çamur ve küller; çırpınan bir kırlangıç gibi volkanın kayalık yamacına konmuş kıpır kıpır küçük şehirden tüm kalanlar işte bunlar. Öfkeli dev, bu insan cüretine, iki bacaklı cücelerin kör kendini beğenmişliğine karşı bir süredir gürleyip köpürüyordu. Gazabında bile iyi yürekli, vefalı olan bu dev, ayaklarına çıkmış sürünen bu fütursuz yaratıkları uyarıyordu. Dumanlar çıkarıyor, ateşten bulutlar kusuyordu, bağrında fokurtular, kaynamalar ve tüfek mermileri ve top gümbürtüsü gibi patlamalar oluyordu. Fakat insanın kaderine hükmeden yeryüzünün efendileri, kendi bilgeliklerine sarsılmaz bir inanç duyuyorlardı.

Hükümet tarafından gönderilen komisyon, ayın 7’sinde St. Pierre’in endişeli halkına gökyüzü ve yeryüzünde her şeyin yolunda olduğunu duyurdu. Her şey yolunda, endişeye mahal yok! Tıpkı, devrimci volkanın kraterinde ateşten lav korkunç patlama için toplanırken, XVI. Louis’nin dans sarhoşu salonlarındaki Tenis Kortu Yemininin arifesinde söyledikleri gibi. Her şey yolunda, her yerde huzur ve sükûnet! Tıpkı 50 yıl önceki Mart patlamasının arifesinde, Viyana ve Berlin’de söyledikleri gibi. Martinik’in yaşlı, cefakeş devi, saygıdeğer komisyonun raporlarına aldırış etmedi: 7’sinde halkın içi vali tarafından rahatlatıldıktan sonra, 8’i sabahı erken saatlerde patladı ve birkaç dakika içinde valiyi, komisyonu, halkı, evleri, sokakları ve gemileri, öfkeli kalbinin ateşten soluğu altına gömdü.

Eser tamdı. 40 bin can yok oldu, bir avuç titrek mülteci kurtuldu. Yaşlı dev huzur içinde gürleyip kabarabilir, zira artık kudretini göstermiştir, gücünün başlangıçta hiçe sayılmasının öcünü korkunç bir şekilde almıştır.

Antakya´nın göbeğinde El Kaide parkı - Görüntüler ve Fotoğraflar


El Nusra Cephesi´nin bayrağı
        Türkiye, Hatay’ın Suriye sınırındaki mülteci kamplarının resmen askeri üs olarak kullanıldığını konuşuyor ancak durum sanıldığından da vahim. Apaydın kampının “Özgür Suriye Ordusu”nun kullanımına tahsis edildiği hükümet yetkililerince açıklanırken, El Kaide bağlantılı gruplar da merkez ilçe Antakya’nın göbeğinde elini kolunu sallayarak dolanıyor. Sendika.Org, röportaj için gittiği Antakya Belediye Parkı’nda En Nusra Cephesi’ne bağlı kalabalık bir gruptan bazı cihatçılarla, grubun kullandığı bir evi ve aracı görüntüledi. Cihatçılardan birine ait bellekten çıkan görüntüler Antakya parkında dinlenen “misafirlerin” Suriye’de elde silah çatışan El Kaide bağlantılı gruplar olduğunu ortaya koyuyor

The Turin Horse (A Torinói ló – Le cheval de Turin) - İZLE

IMDB Puanı: 8.4/10,
Tür: Dram, Psikolojik
Yönetmen: Béla Tarr, Ágnes Hranitzky
Senaryo: László Krasznahorkai, Béla Tarr
Oyuncular: János Derzsi, Erika Bók, Mihály Kormos
Süre: 2 saat 26dk
Sene 1889, ünlü Alman düşünür, filozof Nietzsche İtalya – Turin yolculuğu sırasında bir çiftliğe uğrar ve burada bulunan bir atın sahibi tarafından kırbaçlandığına şahit olarak göz yaşlarını tutamaz. Ata sarılarak onun acısını paylaştığı söylenen Nietzsche, bu olaydan sonra 10 yıl sürecek olan bir bitkisel hayat sürecine girer. Film ise bu hikayeden geri kalanlar üzerine kuruludur ve o kısımdan itibaren konu ele alınmaya başlanır.
Gerçekten böyle bir olayın olup olmadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, dünya düşünce tarihini derinden etkileyen Nietzsche’nin bu yaşadıklarından sonra bitkisel hayata girdiği söylenir. Film, tamamen dramatik ve psikolojik bir sanatsal yapımdan ibaret ve Nietzsche ile hiç bir ilgisi yok.. Sadece onun ardından kalan “at ve onun sahibi baba-kız”ın sefalet içindeki yaşamı irdeleniyor. Yönetmenin ise Nietzsche ile film arasında kurduğu bağ şu şekilde:
“Nietzsche’ye ne olduğunu herkes biliyor; biz asıl at’a ve sahiplerine ne olduğunu merak ediyoruz”
Film oldukça durağan, birbirini tekrar eden siyah-beyaz sahnelerden oluşmaktadır. Ancak her sahnenin içinde çözüme yönelik bir derinlik mevcut. Bu ağır yapım 2.000′e yakın kişi tarafından oylanarak 8.4 gibi muazzam bir puanla karşımıza çıkıyor. Bu yapımı Babilkulesi olarak sizlere sunuyoruz. Film için sizlerin de değerli görüşlerinizi mutlaka beklemekteyiz. İyi seyirler.

Bu çığlıkları UNUTMAYIN!

Yıl, 14 Temmuz 1982. Yer, Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi. 12 Eylül askeri darbesinin işkence tezgahlarının kurulduğu yer. İnsan aklının alamayacağı denenmeyen işkence yöntemi bırakılmamıştı. "Öyle bir vahşetti ki yapılmayan bir türü kalmamıştı" diyor tanıklar. Amaç, cezaevindeki tutuklular şahsında "özgürlük mücadelesi"ni tasfiye etmek. Ama hesaplar 14 Temmuz günü altüst oluyor. Herkes duysun diye mahkeme salonu tercih ediliyor. Ve her şey M. Hayri Durmuş'un şu sözleriyle başlıyor: "Ben ölüm orucuna giriyorum bir sonraki mahkemede olmayacağım çünkü o zaman ölmüş olacağım."
Zulmün ve vahşetin kol gezdiği, her çeşit işkence yönteminin mübah görüldüğü Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi'nde ilk başkaldırı, 21 Mart 1982 günü PKK'nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan'ın "Arkadaşlar bu vahşetin durdurulması ve soylu direniş ateşimizin halkımıza ve dağlarımızın doruklarına ulaşması için kan gerekiyor" sözlerinden sonra kendi bedenini ateşe vermesiyle başladı. 18 Mayıs 1982 tarihinde hafızalara "Dörtler" olarak kazınan Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner'in bulundukları hücrelerde yaşanan onur kırıcı muamelelere karşı bedenlerini ateşe vererek direniş daha da yükseltiliyor.

Serçelerin Şarkısı - İZLE

Yapım: 2008 - İran,
Tür: Dram, Komedi,
Süre: 96 dakika
Yönetmen: Majid Majidi, Mecid Mecidi,
Oyuncular: Neshat Nazari, Karman Dehghan, Maryam Akbari, Shabnam Aklaghi, Reza Naji,
Müzisyen : Hossein Alizadeh,
Görüntü Y.: Tooraj Mansoori,
Senaryo: Mecid Mecidi, Mehran Kashani,
Yapımcı: Majid Majidi,
 
2008 yılında Berlin Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu kategorisinde Gümüş Ayı ödülüne layık görülmüş olan film , Tahran dışında bir devekuşu çiftliğinde çalışan Amir ve ailesinin etrafında dönüyor. Amir, sorumlusu olduğu çiftlikten kaçan bir kuş sebebiyle işsiz kalır ve işitme engelli kızının işitme cihazını tamir için Tahran'a gider.Hiç beklemediği bir iş kapısı açan şehir , karmaşası ve çeşit çeşit insanlarıyla dürüst ve cömert ve yumuşakbaşlı dünyasını ne kadar etkileyecektir.
Hep batının filmlerini ve dolayısıyla bilinçaltımıza itilen dünya görüşlerini yeterince izledik senelerce. Kuşkusuz İran ve doğu filmlerinin de keşfedilmeyi ve anlaşılmayı bekleyen yönleri var, onların da bize mesajları var, yeter ki kulak verelim. Serçelerin Şarkısı, diğer Majidi filmleri gibi dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir insanın yaşayabileceği insan dolu bir hikâyeyi konu alıyor. Keza yönetmen “Herhangi bir yerde herhangi birinin yaşayabileceği şeyleri anlattım” diyor. Bu film, insanlığın filmi, yani uzun zaman önce batılıların içlerinde ölen, o yığınların altında kangren olup yok olan insanlığın “küçük bir minyatürü..” Büyük şehirlerde unutmaya yüz tuttuğumuz değerlerimizi bize anımsatan, sevgiyi, paylaşmayı ve mutluluğu anlatan bu film kesinlikle izlenmeyi hakediyor... Babilkulesi olarak iyi seyirler dileriz...

Montaigne; İyi Amaç Uğruna Kötü Yollar

Doğanın yapıtlarındaki evrensel düzende şaşılası bir bağlaşma ve uyuşma var: Belli ki oluruna bırakılmış ve değişik başların yönettiği bir düzen değil bu. Bedenlerimizin hastalıkları, nitelikleri, devletlerde, hükümetler de de görülüyor. Krallıklar, cumhuriyetler bizim gibi doğuyor, gelişip parlıyor ve yaşlanıp ölüyorlar. Bedenlerimizin gereksiz ve zararlı akıtlarla dolduğu oluyor: Bunlar iyi akıtlar da olabilir aslında (çünkü hekimler sağlığımızın fazla iyi olmasından korkarlar ve her şeyimiz değişken olduğu için derler ki sağlığımız fazla parlak, fazla kanlı canlı oldu mu özellikle bozmalı, hızını kesmeli, yoksa belli bir yerde dura kalamayan yaratılışımız düzensizce ve birdenbire geriye teper işte bu aşırı sağlığı önlemek için atletlere müshil verir ve kan alırlar bir yerlerinden). Ya da kötü akıtlar aşırı çoğalıyor ki, hastalıkların genel nedeni budur. Buna benzer bir aşırı çoğalma yüzünden devletlerin hastalandığı görülür ve onlar için de türlü müshiller kullanmak adet olmuştur. Kimi zaman büyük sayıda ailelere göç ettirildi, ülkenin yükünü azaltmak için; bunlar gider başkalarının zararına geçinecek bir yer ararlardı. İşte böylece bizim eski Franklar Almanya içlerinden gelip Galya’yı aldılar, ilk sakinlerini kovdular; sonsuz bir insan seli böylece gelişip Brennus ve başkaları zamanında İtalya’ya aktı. Gotlar, Vandallar için de, bugün Yunanistan’ın ilk halkını kovup yerine oturanlar için de böyle oldu.

Forabandit - DİNLE

Şarkı listesi // track list:
1. neydik biz
2. paur
3. vesionari
4. amor de luenh
5. madem dilber
6. leylam mevlam
7. l’epictafi of simon de montfort
8. dönen dönsün
9. cançion
10. engabiolat
11. dins lo monde
    Oksitanya’da, geçmişi kadar düşüncesine kadar uzanan trubadur şarkıları ile Anadolu’da Alevilik ve Bektaşilik inancını temel alan aşık türkülerinden yola çıkan forabandit, oksitanya, anadolu ve iran coğrafyasından tüm dünyadaki dışlanmışlara selam gönderiyor.
     forabandit derives its music from troubadour songs, which go back to catharist thought in occitania, and the aşık ballads which are based on alevi and bektashi faiths; the group sends its greetings from all the excluded of the lands of occitania, anatolia, and iran to all forabandits in the world.
Sam Karpienia: Mandocello, Vokal - Mandocello, Vocal
Özdemir: Bağlama, Vokal - Baglama, Vocal
Bijan Chemirani: Zarb, Perküsyon - Zarb, Percussion