Kürt sorununu 20.yy'da olduğu gibi “siyasi demokrasi” ve “ulusal pazara sahip çıkma” kavramlarıyla tartışabilmek, çözümlemek artık mümkün değil. “Kürt sorunu” dediğimiz “ulusal sorun” bir “ezilen halk” sorunu ve ulusal sorunun “ezilen halk sorunu”na dönüşümü, ulusal sorunun proleterleşmesinden başka bir şey değil.
AKP'nin “İkinci Kürt Açılımı”nın girizgahındayız.
Birinci Kürt Açılımı'nın ömrü kısa sürmüş ve büyük bir “çiğlikle”, “taş atan çocuklar yasası”nı askıya alarak sonlandırılmıştı. 11-18 yaşındaki çocukları onlarca yıl hapse tıkma hukuksuzluğu, bu ters rüzgarla bir yıl daha sürdürülmüştü.
“Girizgah”taki dalavereciliğe bakılırsa bu ikincisinin encamının birincisinden hayırlı olacağını söylemek güç. Bir yandan Öcalan'la “müzakere” yürütüyor gibi görünürken, diğer yandan Almanya'dan Suriye'ye, İran'a ve Irak Kürdistanı'na uzanan (artık kabak tadı veren) “kuşatma” gösterileri yapan ve PKK'den de ateşkesi seçimlere kadar uzatmasını isteyen bir hükümetle karşı karşıyayız.
Belli ki bu “İkinci Kürt Açılımı”nın içeriğini, referandumda bordaladığı MHP seçmenini kaçırmadan Kürt seçmenini rehin alma siyasetinin “ince dengesi” belirleyecek. Erdoğan ne kadar “milli görüş gömleğini çıkardığını” söylese de Erbakan'ın pişkin ve yılışık “yobaz açıkgözlüğü”nü sadakatle sürdürüyor.
“Bed-asla necabet mi verir hiç üniforma / zerduz palan ursan eşşek yine eşşektir”.
Ancak içeriği her nasıl doldurulursa doldurulsun, sonu nereye varacak olursa olsun, ortada tüm toplumun “umut bağladığı” bir süreç var. Türkiye toplumu kendisini, “silahların sustuğu ve ulusal-kültürel kimliklerin dışlama, aşağılama ve gerilim olmaksızın birlikte yaşadığı günlere” ulaştıracak somut politikalar istediğini açıkça olmasa da zımnen ifade ediyor. Mevcut siyasi öznelerin, özellikle de AKP hükümetinin toplumun bu beklentisini karşılayıp karşılamayacağı bu noktada fazlaca önemli değil; önemli olan, toplumun artık sorunu “PKK'nin imhası” olarak görmekten büyük ölçüde uzaklaşmış olması.
Artık Türkiye toplumunda sorunu şu iki başlık altında tartışmak “vatan hainliği” olarak görülmüyor: Kürt sorununun “şiddete dönüşmesi”ne engel olacak politik ve toplumsal düzenlemeler neler olmalıdır ve PKK mevcut siyasi sisteme nasıl entegre edilebilir.
Belli başlı “büyük” gazetelerin mühim köşelerini işgal eden “ağır toplar” kimi zaman özeleştiri de yaparak bakış açılarını bu çerçevede revize etmeye başladılar.
Elbette bu önemli bir gelişme.
Ancak “Türkiye'nin şimdiki ekonomik ve siyasi düzeni 'Kürt sorununu' 'hazmedilebilir' bir sorun haline getirecek bir 'reforma' elverişli midir?” sorusu halen ortada duruyor.
Bu soruyu Kürtlerin bulunduğu noktadan sorarsak; “Türkiye'nin şimdiki ekonomik ve siyasi düzeninin Kürtlere sunabileceği koşullar, 30 yıla yakın bir süredir 'ulusal kurtuluş' mücadelesi veren Kürtler için 'tatminkar' bir 'yeniden başlangıç' zemini oluşturabilir mi?”
Kağıt üzerinde, dünyanın ve bölgenin bugünkü konjontürü bu soruya “olumlu” bir yanıt vermeye uygunmuş gibi görünüyor. Öyle ya neo-liberal yeni sömürgecilik, “yerelleşme”yi, “özerkleşme”yi, toplumu “kimlik adacıkları” temeli üzerinde yeniden yapılandırmayı amacına ilerlemenin unsurları olarak görüyor. Gündemdeki “Kamu Reformu”nun içerdiği ademi merkeziyetçi yapılanmanın PKK'nin taleplerini karşılamak için yeterli olduğunu söyleyenler dahi var...
Ancak bu yaklaşım, neo-liberal yeni sömürgeciliğin öngördüğü “yerelleşme”, “özerkleşme”, “kimlik adacıklarına dayalı siyasi yapılanma”nın birincil amacının mali sermaye sömürüsünün önündeki engelleri kaldırma, emek piyasasındaki rekabet koşullarını derinleştirme olduğunu gözlerden gizliyor. Neo-liberal kapitalizm de, neo-liberal yeni sömürgecilik de nufus içinde “ikinci sınıflaştırılmış” emekçi alt kümeleri olmadan yapamıyorlar. Yerelleştirme, özerkleştirme, ihtiyaç duydukları yığınsal “ikinci sınıflaştırma”nın vazgeçilmez temeli olan “piyasalaştırma”nın manivelaları oluyor. Dolayısıyla “yerelleştirme” ve “kültürel kimliğin tanınması”, bölgesel geri bıraktırılmışlığın giderilmesine ve şovenizmin yenilmesine hizmet etmiyor. Tam tersine bu ulusal baskı unsurlarının yeniden üretilmesinin 21.yüzyıla özgü temellerini oluşturuyor.
ABD'nin empoze ettiği “Barış Süreçlerinin” Sri Lanka ve Kolombiya'da isyancı örgütlerin imhasını, tasfiyesini amaçladığı biliniyor. Aynı merkezden modifiye edilen “Türkiye Barış Süreci”nin de benzer bir biçimde işletileceği de kesin gibi görünüyor. Bunu daha önce söylemiştik. Dikkat edilmesi gereken bir başka konu ise ABD ve AB ülkelerinin ezilen uluslara ve etnik gruplara ilgisinin sözkonusu uluslar ve etnisiteler için pek “hayırlı” sonuçlar yaratmadığıdır. Kenardaki, köşedeki örneklerin peşinde koşmaya gerek yok; ABD'ye bakmak yeterli. Uzun bir süre kendi emek piyasasını siyahlara yönelik ırkçılıkla disipline eden ABD sermayesi, siyahların başkaldırısı karşısında ihtiyaç duyduğu “ikinci sınıf emekçi” stokunu Hispanik veya Latino olarak adlandırılan Orta ve Güney Amerika göçmenlerini devreye sokarak oluşturdu. Türkiye'nin neo-liberal sömürge kapitalizminin Kürtlere kısmen de olsa (ABD'deki siyahlara tanındığı kadar da olsa) eşit haklar sağlayabilmesi için ikinci sınıf emekçi haline getirilebilecek bir başka toplumsal grubu devreye sokması gerekecek. Ufukta böyle bir grup da görünmüyor.
Kürt sorununu 20.yy'da olduğu gibi “siyasi demokrasi” ve “ulusal pazara sahip çıkma” kavramlarıyla tartışabilmek, çözümlemek artık mümkün değil. “Kürt sorunu” dediğimiz “ulusal sorun” bir “ezilen halk” sorunu ve ulusal sorunun “ezilen halk sorunu”na dönüşümü, ulusal sorunun proleterleşmesinden başka bir şey değil. Zaten bu nedenle Kürt sorunu bir “ikinci sınıf yurttaşlık sorunu” olarak görünüyor ve “ikinci sınıf (yani güvencesiz) işçilik sorunu”, “Kürt İşçiliği” olgusunda vücut buluyor. “Anadilde Eğitim” talebi, geçtiğimiz yüzyılda “yurttaşlık haklarını etkin bir biçimde kullanma”nın temel unsuruydu; bugün bu talep aynı zamanda “ikinci sınıf işçiliğe mahkumiyetten kurtulma”nın zorunlu temelini tanımlıyor. Neoliberalizm “birinci sınıf yurttaşlık” mücadelesi ile “birinci sınıf işçilik” mücadelesini birbirine bağlıyor.
http://www.sendika.org/ den alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder