Bu çığlıkları UNUTMAYIN!

Yıl, 14 Temmuz 1982. Yer, Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi. 12 Eylül askeri darbesinin işkence tezgahlarının kurulduğu yer. İnsan aklının alamayacağı denenmeyen işkence yöntemi bırakılmamıştı. "Öyle bir vahşetti ki yapılmayan bir türü kalmamıştı" diyor tanıklar. Amaç, cezaevindeki tutuklular şahsında "özgürlük mücadelesi"ni tasfiye etmek. Ama hesaplar 14 Temmuz günü altüst oluyor. Herkes duysun diye mahkeme salonu tercih ediliyor. Ve her şey M. Hayri Durmuş'un şu sözleriyle başlıyor: "Ben ölüm orucuna giriyorum bir sonraki mahkemede olmayacağım çünkü o zaman ölmüş olacağım."
Zulmün ve vahşetin kol gezdiği, her çeşit işkence yönteminin mübah görüldüğü Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi'nde ilk başkaldırı, 21 Mart 1982 günü PKK'nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan'ın "Arkadaşlar bu vahşetin durdurulması ve soylu direniş ateşimizin halkımıza ve dağlarımızın doruklarına ulaşması için kan gerekiyor" sözlerinden sonra kendi bedenini ateşe vermesiyle başladı. 18 Mayıs 1982 tarihinde hafızalara "Dörtler" olarak kazınan Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner'in bulundukları hücrelerde yaşanan onur kırıcı muamelelere karşı bedenlerini ateşe vererek direniş daha da yükseltiliyor.

Serçelerin Şarkısı - İZLE

Yapım: 2008 - İran,
Tür: Dram, Komedi,
Süre: 96 dakika
Yönetmen: Majid Majidi, Mecid Mecidi,
Oyuncular: Neshat Nazari, Karman Dehghan, Maryam Akbari, Shabnam Aklaghi, Reza Naji,
Müzisyen : Hossein Alizadeh,
Görüntü Y.: Tooraj Mansoori,
Senaryo: Mecid Mecidi, Mehran Kashani,
Yapımcı: Majid Majidi,
 
2008 yılında Berlin Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu kategorisinde Gümüş Ayı ödülüne layık görülmüş olan film , Tahran dışında bir devekuşu çiftliğinde çalışan Amir ve ailesinin etrafında dönüyor. Amir, sorumlusu olduğu çiftlikten kaçan bir kuş sebebiyle işsiz kalır ve işitme engelli kızının işitme cihazını tamir için Tahran'a gider.Hiç beklemediği bir iş kapısı açan şehir , karmaşası ve çeşit çeşit insanlarıyla dürüst ve cömert ve yumuşakbaşlı dünyasını ne kadar etkileyecektir.
Hep batının filmlerini ve dolayısıyla bilinçaltımıza itilen dünya görüşlerini yeterince izledik senelerce. Kuşkusuz İran ve doğu filmlerinin de keşfedilmeyi ve anlaşılmayı bekleyen yönleri var, onların da bize mesajları var, yeter ki kulak verelim. Serçelerin Şarkısı, diğer Majidi filmleri gibi dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir insanın yaşayabileceği insan dolu bir hikâyeyi konu alıyor. Keza yönetmen “Herhangi bir yerde herhangi birinin yaşayabileceği şeyleri anlattım” diyor. Bu film, insanlığın filmi, yani uzun zaman önce batılıların içlerinde ölen, o yığınların altında kangren olup yok olan insanlığın “küçük bir minyatürü..” Büyük şehirlerde unutmaya yüz tuttuğumuz değerlerimizi bize anımsatan, sevgiyi, paylaşmayı ve mutluluğu anlatan bu film kesinlikle izlenmeyi hakediyor... Babilkulesi olarak iyi seyirler dileriz...

Montaigne; İyi Amaç Uğruna Kötü Yollar

Doğanın yapıtlarındaki evrensel düzende şaşılası bir bağlaşma ve uyuşma var: Belli ki oluruna bırakılmış ve değişik başların yönettiği bir düzen değil bu. Bedenlerimizin hastalıkları, nitelikleri, devletlerde, hükümetler de de görülüyor. Krallıklar, cumhuriyetler bizim gibi doğuyor, gelişip parlıyor ve yaşlanıp ölüyorlar. Bedenlerimizin gereksiz ve zararlı akıtlarla dolduğu oluyor: Bunlar iyi akıtlar da olabilir aslında (çünkü hekimler sağlığımızın fazla iyi olmasından korkarlar ve her şeyimiz değişken olduğu için derler ki sağlığımız fazla parlak, fazla kanlı canlı oldu mu özellikle bozmalı, hızını kesmeli, yoksa belli bir yerde dura kalamayan yaratılışımız düzensizce ve birdenbire geriye teper işte bu aşırı sağlığı önlemek için atletlere müshil verir ve kan alırlar bir yerlerinden). Ya da kötü akıtlar aşırı çoğalıyor ki, hastalıkların genel nedeni budur. Buna benzer bir aşırı çoğalma yüzünden devletlerin hastalandığı görülür ve onlar için de türlü müshiller kullanmak adet olmuştur. Kimi zaman büyük sayıda ailelere göç ettirildi, ülkenin yükünü azaltmak için; bunlar gider başkalarının zararına geçinecek bir yer ararlardı. İşte böylece bizim eski Franklar Almanya içlerinden gelip Galya’yı aldılar, ilk sakinlerini kovdular; sonsuz bir insan seli böylece gelişip Brennus ve başkaları zamanında İtalya’ya aktı. Gotlar, Vandallar için de, bugün Yunanistan’ın ilk halkını kovup yerine oturanlar için de böyle oldu.

Forabandit - DİNLE

Şarkı listesi // track list:
1. neydik biz
2. paur
3. vesionari
4. amor de luenh
5. madem dilber
6. leylam mevlam
7. l’epictafi of simon de montfort
8. dönen dönsün
9. cançion
10. engabiolat
11. dins lo monde
    Oksitanya’da, geçmişi kadar düşüncesine kadar uzanan trubadur şarkıları ile Anadolu’da Alevilik ve Bektaşilik inancını temel alan aşık türkülerinden yola çıkan forabandit, oksitanya, anadolu ve iran coğrafyasından tüm dünyadaki dışlanmışlara selam gönderiyor.
     forabandit derives its music from troubadour songs, which go back to catharist thought in occitania, and the aşık ballads which are based on alevi and bektashi faiths; the group sends its greetings from all the excluded of the lands of occitania, anatolia, and iran to all forabandits in the world.
Sam Karpienia: Mandocello, Vokal - Mandocello, Vocal
Özdemir: Bağlama, Vokal - Baglama, Vocal
Bijan Chemirani: Zarb, Perküsyon - Zarb, Percussion

ETNİSİTE VE SINIFSAL TEMELİ - Nuray ÇEVİRMEN

Dünyanın neredeyse geneline hakim olan kapitalist sistemde ekonomik sömürünün hiçbir etnik temele dayanmadığını biliyoruz. Yalnız kapitalizm, kendi sürecinin devamı için etnisiteden beslenir.
Jön Türklerin İttihat Terakki ile başlattığı, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra tek partili yeni yönetim ile devam ettirilen devlet yapısının temel harcı, etnik bir bütünlük sağlamak olarak nitelendirilebilir. Bunun örneklerini Ermeni kıyımı, Rumların Ege ve Karadeniz’den çıkarılması ve ardından Kürt illerine karşı başlatılan etnik savaş olarak görebiliriz.
Etnik cinayetlerin temelinde çoğunluğu temsil eden kesimin azınlık olarak görülen topluluğa karşı bir nefretin olduğu, en kestirme neden olarak kabul edilebilir vaziyette. Ne ki asıl neden tamda bir nefret olarak nitelendirilemez. Özellikle Anadolu’da Osmanlı döneminde bir birbirine benzeyen yaşam, din, dil ve kültürel olarak benzerlik içerisinde olan halkların kendilerinden farklı topluluklarla, kaynaşmasa bile bir arada yaşamışlardır ve kadim bir nefretin olmamıştır. Müslüman, Hıristiyan ve Musevi inanışına ve daha farklı inanışlara sahip halklar, toplumsal yaşamda kendilerine bir yer ayırarak gerek ticari alanda gerekse sosyal alanda bir arada yaşayabilme becerisini gösterebilmişlerdir. Günümüzde birçok şehirde en azından din evi çeşitliliği ile bunu gözlemlemek mümkün. Kilise, Havra, Cami, aynı tarihsel döneme tanıklık ederler. O halde yaklaşık yüz yıldır içinde bulunduğumuz bu kara ve utanç dolu kinin nedenleri nelerdir?

Etnik ayırımlarda tek bir farklılık insanları birbirinden ayırmaya yetmez. Modern bilimde etnik kökene bağlı olan ve buna göre belirginlik gösteren antropolojik ayrımların olduğu safsatası çöpe atıldı. O halde bu etnik farklılıkları nasıl tanımlayacağız? Din tek başına yeterli değil, çünkü Anadolu’da hali hazırda en büyük iki topluluk olan Türklerin ve Kürtlerin çoğunluğu İslam inanışına sahipler. Hatta pek çok noktada Kürtler İslam öğretilerine daha çok sahip çıkmış durumda ve hayat pratiklerini buna göre devam ettiriyorlar. O halde din yeterli bir neden değil. Dil konusu da tek başına bir yeterlilik arz etmiyor. Dünya üzerinde etnik olarak birbiri ile çatışmış toplulukların bir kısmı aynı dili konuşuyor. Din yeterli değil, dil yeterli değil, ırk bilimsel olarak çürüdü.

Machuca - İZLE

IMDB Puanı: 7.7/10
Tür: Biyografi, Dram, Tarih
Yönetmen: Andrés Wood
Senaryo: Mamoun Hassan
Oyuncular: Matías Quer,
Ariel Mateluna, Manuela Martelli
Müzik: Buddy Richard, Los Jaivas,
Tormenta, José Alfredo Fuentes
Süre: 2 saat 2dakika
1973, Şili… Santiago’da yaşayan 11 yaşlarındaki Gonzalo yaşamını güzel bir semtte sürdürürken, aynı yaşlardaki Machuca birkaç blok ötedeki gecekonduda yaşamla mücadele etmektedir. Bu ayrımcılığı yıkmak için canla başla çalışanlar arasında özel bir Katolik okulun müdürü olan Peder McEnroe da vardır. Ülkedeki politik ve sosyal ortamın giderek kötüleştiği bir ortamda, çevresindekilere saygı ve toleransı öğretmeye çalışan Peder, öğrencilerin aileleriyle bunu başarmaya çalışır. Bu sayede aynı sınıfta okumaya başlayan Machuca ve Gonzola birlikte ilk aşkı, başkaldırma içgüdülerini ve adalet hayallerini yaşarken, Salvador Allende hükümetinin sonuna imzasını atan kanlı bir darbenin güçsüz tanıkları olurlar…
1973 yılında sosyalist Allende hükümeti yıkılarak, dünyanın en kanlı faşist darbelerinden biriyle Pinochet iktidara gelir. Düşünce üreten her kesime acımasızca yaklaşan Pinochet rejimini, iki çocuğun gözünden aktaran bu yapım 10 adet ödüle layık görüldü. Babilkulesi olarak bu dönemi başarılı bir şekilde anlatan biyografi filmini sizlerle paylaşıyor; yorumlarınızı bekliyoruz.

Beyaz orta sınıf bir annelik fantazisi: New Momism

Sibel Neslişah Hazar
"Beyaz" orta sınıf bir annelik fantazisi: "New Momism"[1]
           Xua Xua, homo-sapiens öncesinde yaşamıştı. Sürüdeki en güzel dişiydi, Li-peng de en güçlü erkekti. Birbirlerini çok sevdiler. Aylar sonra Xua Xua’nın karnı büyümeye başladı. Xua Xua Li-peng’den uzaklaştı. Artık karnını seviyordu. Ve güneşli bir gün, nehir kıyısında bir oğlan doğurdu. Bu küçük beden, içinde yaşamıştı, şimdi dışarıdaydı ama; yine kendisiydi. Anne ve çocuk tekti. Küçüğün, onun memesini emmek ve onunla yeniden birleşmek istemesi bunun bir göstergesiydi. Li-peng ise onları seyrediyordu. Sonraları Xua Xua yavru-bedenin ana-bedene itaat etmemeye başladığını fark etti. Li-peng içinse başından beri, kendi ve çocuk ayrı bedenlerdi. Li-peng, bir gün oğlanla bir şeyler yapmak istedi ve balık tutmaya gittiler. Anne uyandığında, yavru-kendini bulamadığı için korktu ve üzüldü. Bedenini geri almak istedi, ama oğlan reddetti. Xua Xua böylece oğlunun kendi bedeninin dışında istek ve ihtiyaçları olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Xua Xua Li-peng’i istemiyordu ama; oğlan istiyordu. Onlar farklı fikirleri olan insanlardı. İşte insanın kendini ilk seyrettiği an, Xua Xua’nın bebeği geri alıp onu tamamen kendine mal etmekten vazgeçtiği bu an, tiyatronun keşfedildiği andır[2]
            Tiyatronun keşfini anlatmakla birlikte, bana göre, anne ve çocuğun birbirlerinden özgürleşmesini de anlatan güzel bir masaldır bu. Bir ezilme durumunu fark etmek, alternatifler üretmenin ve mücadele etmenin ilk adımıdır. Bu yanıyla, anneliğin hem anne hem çocuk hem de baba açısından –ya da ebeveynler- özgürleştirici, feminist, katılımcı bir deneyim olarak yaşanabilmesi için alternatifler üzerine tartışmayı başka bir yazıya ertelerken; bu yazının kapsamını, anneliğin halihazırda nasıl yaşandığına ve yaşatıldığına dair küçük de olsa bir farkındalık oluşturmakla sınırlamaya çalıştım.

Erkeksiz Kadınlar - İZLE

Yönetmen: Shoja Azari,Shirin Neshat
Yapım: 2009~Almanya,Avusturya,Fransa
Oyuncular: Bijan Daneshmand,Essa Zahir,Mina Azarian,Navíd Akhavan,Orsolya Tóth
Senaryo: Shoja Azari,Shirin Neshat,Steven Henry Madoff,Shahrnoush Parsipour
Senaryo: Shahrnoush Parsipour
Yapımcı: Shoja Azari,Peter Hermann
Görüntü Yönetmeni: Martin Gschlacht
Biri aldatılmış bir kadın, biri bahtsız bir aşık, biri hayat kadını ve bir diğeri de intiharın eşiğine gelmiş dört farklı kadın... Film, dönemin İran Başbakanı Musaddık'ın devrilip Şah'ın iktidarı devraldığı 1953 yılında ülkenin içinde bulunduğu ortam baz alınarak, bu dört kadının isyan ve baskı dolu hikâyelerini anlatıyor. Yönetmen Şirin Neşat, filminde bu dört kadını sihirli bir bahçede buluşturuyor. Bu bahçe, kimi zaman balta girmemiş bir orman, kimi zaman bir çöl ya da cenneti çağrıştıran büyülü bir doğa harikası. Ama her şekilde bu dört kadının kendilerini güvende hissettikleri, sığınabilecekleri bir ortam. Bir belgeseli andıran içeriğine rağmen güçlü fantastik kareler ve kuvvetli metaforlar sayesinde olağanüstü bir atmosfer yaratan Neşat, filminde umut, çaresizlik, acı ve direnç gibi konulara ağırlık veriyor. Neşat, Şarnuş Parsipur'un aynı adlı romanından uyarladığı filmin yola çıkış noktasını şöyle anlatıyor:
"Bu filmle 1950'lerin İran'ındaki yaşamın, şu ankinden çok daha renkli olduğunu göstermek istedim. Filmde, tıpkı o zamanlar İran'da olduğu gibi, Batılı düşünceye sahip birçok İranlıyı, aynı zamanda dindar insanları, hayat kadınlarını ve bunun gibi birçok farklı örneği görmek mümkün. Yani bugünkü gibi, herkesin dindar olmaya zorlandığı bir hayattan çok daha farklı bir yaşam söz konusu.''

Her Dilden Her Telden Nam-ı Diyar Bella Caio - DİNLE

       Tarihin gördüğü en kanlı savaş olan 2.Dünya Savaşı 1939'da başlayıp 1945'e kadar sürdü. 70 milyondan fazla ölümle sonuçlanan bu kanlı savaşa birçok devlet doğrudan katıldı; nükleer silahlar kullanıldı, milyonlarca sivil öldürüldü, soykırım yaşandı.
Bu dönemde halklar faşizme karşı özgürlük, sosyalizm mücadelesi veren  İtalyan partizanların söylediği bir şarkıdır Bella Ciao, (Türkçe'de Çav Bella olarak bilinir). Bu sözlerin yazarı bilinmemektedir  ve melodisi eski İtalyan Halk Şarkılarından Po Valley adlı şarkının melodisine benzemektedir.
Haksızlığa, eşitsizliğe karşı mücadeleyi benimseyenlerin, devrime inananların, hakları, özgürlükleri için mücadele edenlerin, ezilenlerin marşı Ciao Bella, (Çav Bella) faşizme karşı verilen savaşta dağdaki partizanlarının şarkısı olmuştur. İtalyan köylüsünün ve işçisinin Mussoliniyi alt ettiği bir marştır. Türkçesi ‘Hoşçakal Sevgilim’ anlamına gelen Ciao Bella (Çav Bella) Sosyalistlerin çok severek dinlediği, hatta sosyalist olmayanların bile dinlemekten haz aldığı dünya da özgürlükçü mücadelenin simgesi haline gelen bir marş oldu zamanla.
      İtalyanca,Türkçe, Kürtçe Lazca, Zazaca, Arapça, Yunanca, Almanca, İngilizce, Makedonca, Fransızca, Rusca, Sırpca ve daha bir çok dilde; her telden, neseften, tuştan, ritimden çıkan Bella Caio sesini heyecanını sizinle paylaşıyoruz.
İşte bir sabah uyandığımda
Çav Bella Çav Bella
Çav Bella Çav, çav, çav
Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun
Her yanı işgal altında
Sen ey partizan beni de götür
Çav bella çav
Beni de götür dağlarınıza
Dayanamam tutsaklığa
Eğer ölürsem ben partizanca
Çav bella çav
Sen gömmelisin ellerinle beni
Ellerinle toprağına
Güneş doğacak açacak çiçek
Çav bella çav
Gelip geçenler diyecek merhaba
Merhaba ey güzel çiçek

İspanyol İç Savaşı'nın Edebi Portresi: Katalonya'ya Selam

1903 yılında doğan, asıl adı Eric Arthur olan George Orwell, 20.yüzyıl İngiliz ve dünya edebiyatının en büyük kalemlerinden olmasının yanı sıra; özellikle 1984, Hayvanlar Çiftliği ve tüm bunların alt yapısını belki de en iyi açıklayacak Katalonya’ya Selam eseri ile tarihsel olarak gerçekleri göz önünde sunma açısından eserlerinden faydalanabilecek yazarlardan en önemlileri arasındadır. Hayvanlar Çiftliğin’de eleştirdiği hiyerarşik yapılanma ve bürokratik Stalinist devlet mekanizması ya da 1984’te işçi sınıfı egemenliğinin yerine geçen ‘tek partinin egemenliği’ ve geri kalan her türlü düşüncenin hızla cezaya çarptırılması ‘Katalonya’ya Selam’ eserinde somut ve daha gerçekçi bir şekilde görebileceğimiz tablolar arasındadır. Kitapta zaman zaman eksik bırakılmış birkaç nokta veya öldükten sonraki notlarında çeşitli geri çekilmeler görsek dahi, o dönemler arasında George Orwell sesini yükselten ender aydınlar, yazarlar arasındadır.
Orwell, gerek yazdığı kitaplarda gerekse hayatının büyük bir evresinde gerçekleri bulma yönündeki arayışını uzun süre devam ettirmiştir. Hayatının son dönemlerini saymazsak -ki bu dönem 1984 eserini yazdığı dönemdir de aynı zamanda- yaşama ve mücadeleye karşı umudu hiçbir zaman kesilmemiştir. 1984 eserinin yazıldığı dönem ise Stalinist karşı devrimin dünyada hızla yayıldığı ve neredeyse tüm komünist partilerin SSCB’nin dış politikasına hizmet eden bir yapıya dönüştüğü dönemdir ki, bu kitapta dahi ‘bir kurtuluş varsa yine işçi sınıfından gelecektir’ cümlesinin altını çizmek gerekir.