UÇURTMAM TELLERE TAKILDI - Ümit KIVANÇ (BELGESEL)

1957 yılında Malatyalı bir baba ile Erzurumlu bir annenin beşinci çocuğu olarak doğdu. Ahmet Kaya Kürttür.Babası Sümerbank mensucat fabrikasında çalışan bir işçiydi. İlkokulu Malatya'da okudu ve kendi hayatını anlattığı bir belgeselde müzikle altı yaşında babasının hediye ettiği bağlama ile tanıştığını söyler. Okuldan geri kalan zamanlarında plak ve kaset satan bir dükkânda çalışmaya başladı. Ailesinin geçim sıkıntısı çekmesi nedeniyle 1972'de İstanbul Kocamustafapaşa'ya göç ettiler ve okulu bıraktı. İşportacılık ve çıraklık gibi çeşitli vasıfsız işlerde çalıştı. Bu dönemde küçük bir yerleşim yerinden büyük bir şehre taşınmanın ve alışmanın sıkıntılarını yaşadı. Bu sıkıntılarını Aynalar isimli belgeselde şöyle dile getirdi:

« Onlarla konuşmuyordum çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip, onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu. Bir kız vardı bizim okulda; herkesin bir aşkı vardır, çocukluk aşkı. Bir gün gittim dedim ki: 'Biraz seninle konuşak beş dakika, kaçıyorsun hep...' Bana dedi ki: 'Rica ederim.' Öyle bir ağrıma gitti ki: 'Ben de sana rica ederim,' dedim.. Ben o zaman anlamını bilmiyordum, yani onu bir küfür zannettim. »

Açlık - Vandana Shiva & Natasha Burge

Açlıkla ilgili her şey adaletsizdir. Şu an dünyada açlıktan kıvranan yaklaşık bir milyar insan olduğu gerçeği, küresel sistemimizin ne kadar büyük adaletsizlikler üzerine kurulu olduğunu gösteriyor. Herkese bolca yetecek kadar yiyecek olmasına rağmen her 6 insandan 1’inin her gece aç uyuyor olması bana tam da adaletsizliğin tanımı gibi geliyor. Geçen Mayıs ayında dünyadaki açlığı ilk defa incelemeye başladığımda sonsuz eşitsizlikler ve adaletsizlikler zinciri çığlık atmak istememe neden oldu. Fakat tüm öfke veren eşitsizlikler ve adaletsizliklerin arasında, beni en çok rahatsız eden, geceleri uykumun kaçmasına neden olan, hala inanmakta zorlandığım, açlığı deneyimleyen insanların çoğunluğunun dünyanın yiyeceklerini yetiştiren insanlar, yani çiftçilerimiz oluşudur. Dünyamızda çiftçi demek kadın demektir. Gelişmekte olan dünyanın yiyecek stokunun %80’i ve dünyadaki yiyeceklerinin tamamının %60’ı kadınlar tarafından yetiştirilmektedir. Kadınlar bizim yaşamak için ihtiyacımız olan yiyeceği ekiyor, yetiştiriyor ve topluyorlar fakat tarım alanının %19’undan daha azına sahipler ve genellikle en son onlar yiyorlar. Kronik yoksulluk ve açlıktan mustarip olanların %70’i kadınlar ve kız çocukları. Bizi besliyorlar ve biz yerken onlar açlık çekiyorlar. Yiyecek sistemimizin endüstriyelleşmesi bizi yediğimiz yiyecekten o kadar uzaklaştırdı ki nereden geldiğini ya da kimin yetiştirdiğini bırakın, yiyeceğin içinde ne olduğunu bile çoğumuz bilmiyoruz. Bahsi geçen kadın ne tür bir hayat yaşadı? İyi besleniyor muydu? Kendi emeğinin ürünü olan meyvelerin tadını çıkarabiliyor muydu? Yoksa dünyamızı bir çırpıda tüketen kimyasal ve zirai şirketlerin bir kölesi gibi borç içinde boğuluyor muydu? Toprağını koruyabiliyor muydu ve yiyeceğini annesinin ve ninelerinin ondan yüzyıllar önce de yaptığı gibi yetiştirebiliyor muydu? Ya da şu çok şey vaat eden fakat verimi çok az olan genetiği değiştirilmiş tohumlarla toprağını ve bedenini kirletmek zorunda mı bırakıldı? Yediklerimiz ve onları yetiştiren insanlar hakkında ne kadar şey biliyoruz? Neden her zaman en son onlar yiyorlar?

DÖRT MEVSİM İLKBAHAR - DENİZ FARUK ZEREN

Uzun yıllar cezaevinde kalan Deniz Faruk Zeren, şiirlerini Dört Mevsim İlkbahar adlı kitapta topladı. Kitap "Unutulmaya, unutturulmaya karşı bir karşı koyuş."
Dört Mevsim İlkbahar. Uzun yıllar cezaevinde kalan bir çok öyküsü ödüle layık görülen Deniz Faruk Zeren'in ilk kitabı. Kitabını cezaevlerinde bedenini açlığa ve direnişe yatıran, hayatlarını feda eden kadın devrimcilere adayan Zeren, "Şairlik ve sanatçılık onları unuttukça tükenecektir" diyor.

Siverek doğumlu olan Kürt şair, '98'den 2005 yılına kadar politik nedenlerle çeşitli cezaevlerinde kaldı. Dört Mevsim İlkbahar adlı kitaptaki şiirler Nazilli Cezaevi'nde 2001-2003 yılları arasında yazıldı.

Zeren, "90'lı yılların sonları, ve 'milenyum' diye sahte umutlar yaratılarak beklenen 2000'li yıllar hapishanelerde direnişlerle, Ölüm Oruçları ve katliamlarla geçti. Bu şiirler bu atmosferin içinde yazıldı" diyor.

'99'da başlayan, onlarca Kürt tutuklu ve hükümlünün bedenini ateşe vererek hayatlarını kaybetmesi, sonrası açlık grevleri, ölüm oruçları ve ardından 19 Aralık... Ve F tipi cezaevleriyle yeni bir boyut kazanan bir süreç...
"Katliam ve direnişler... Bu sürecin yansımasıdır bu kitaptaki şiirler" diye ekliyor.
Şairin anadili Kürtçe. Ancak kitap Türkçe yazılmış. Kendisi de bunun acısını yaşıyor. Şöyle diyor: " Anadilinde okuyamayan, yazamayan, bunun acısını ve eksikliğini iliklerinde hisseden biriyim. Bu yanıyla yazdıklarımın, yazmak istediklerimin hep bir yönüyle eksik ve gedikli olduğunu düşünürüm. Bu eksikliği edebiyatın, şiirin, öykünün evrenselliği ile kapatmaya çalışsam da bu bir yerde nafile bir çaba gibi. Duyduğun, hissettiğin, bildiğin dilin anadilin olmamasıdır buna sebep. Ve buna neden olan binlerce yıllık asimilasyon politikalarıdır. Ne tam Türkçe ne de Kürtçe ile dilimi kuramamanın büyük sancısı bu. Bunu en çok yarım yamalak bildiği bir dille yazmak zorunda olan şairler, öykücüler hissedebilir. Ben de bunu yaşayan bir yazarım."

Kaplumbağalar da Uçar

Yapım: 2004 ~ Fransa,  Irak,  İran
Tür: Dram,  Savaş
Yönetmen: Bahman Ghobadi
Senaryo: Bahman Ghobadi
Görüntü Yönetmeni: ShahriarAssadi
Müzik: Hossein Alizadeh
 Süre: 1 saat 35 dk

 Oyuncular: Ajil Zibari,  Avaz Latif,  Hiresh Feysal Rahman,  Saddam Hossein Feysal,  Soran Ebrahim 
 Ödüller: 2004 San Sebastian Film Senligi En İyi Film (Bahman Ghobadi) Akademi Onur Ödülü (Bahman Ghobadi)-2005  Berlin Film Festivali En İyi Film (Bahman Ghobadi) Mexico City Film Festivali En İyi Film (Bahman Ghobadi) Jüri Özel Ödülü (Bahman Ghobadi) Seattle Film Festivali En İyi Yabancı Film

Can Yücel - Rengahenk

Can Yücel, 1926'da İstanbul'da doğdu. Eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğludur.
1943 yılında, yakın dostu Gazi Yaşargil ile birlikte yurtdışı eğitim bursu kazandığı halde, babası, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in " Bakan, kendi oğluna torpil yaptı derler" diyerek engellemesi nedeniyle yurtdışına gidemedi.
Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı.
Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum ve Marmaris'te turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu.
Son yıllarında Eski Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı. 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'ya gömüldü.
 

Uçurtma Avcısı/ The Kite Runner (Türkçe Dublaj)


-Uçurtma Avcısı / The Kite Runner 2007 ABD / Türkçe Dublaj-
Yönetmen: Marc Forster
Senaryo: David Benioff
Senaryo (Kitap): Khaled Hosseini
Yapımcı: Sam Mendes, Laurie MacDonald, Walter F. Parkes
Görüntü Yönetmeni: Roberto Schaefer
Müzik: Alberto Iglesias
Süre: 2 saat 8 dk

Oyuncular: Shaun Toub, Nasser Memarzia, Said Taghmaoui, Atossa Leoni, 
Khalid Abdalla, Zekeria Ebrahimi
         Dünyaca ünlü Afgan yazar Khaled Hosseini’nin romanından beyazperdeye aktarılmış türünün neredeyse tek örneği mükemmel bir dram filmi. Bu roman ayrıca uluslararası alanda satış rekorları da kırdı.
California eyaletinde yaşamakta olan Amir isimli Afgan, doğduğu topraklardaki eski bir dostunun oğlunun yardıma muhtaç olduğu haberini alır. Bunun üzerine, çocuğa yardımcı olmak için sıkı Taliban rejimi altındaki Afganistan’a geri dönmek zorunda kalır.
Konusuyla ve akıcılığı ile gerçekten çok büyük övgüleri hak eden bir yapım. Hem Afganistan’ın demografik yapısını çok iyi aktarıyor hem de insanların ne zorluklar içinde yaşadığını. Ancak filmde asıl aktarılmak istenen konu, “iyilik yapmak için her zaman bir yol daha vardır” sloganı kapsamında izleyiciye veriliyor. Net olarak mutlaka izlemenizi önerdiğimiz bir yapım. İyi seyirler.

Kadınların ekonomik özerkliği

Kadınlar açısından ekonomik özerklik, kendilerini ve kendilerine muhtaç olanları geçindirme ve bunu en iyi şekilde nasıl yapacağına karar verme kabiliyeti anlamına gelir. Dolayısıyla sosyal güvenlik ve kamu hizmetlerine erişimi de içerdiği için ekonomik özerklik, mali özerklikten çok daha kapsamlıdır.

Özerkliğimizin tek kaynağı ücretler değildir; özerkliğimiz daha çok aldığımız eğitim ve öğretime, kamu malları, kredi, dayanışma ekonomisi ve kamu hizmetlerine erişimimize bağlıdır. Hem de biçimsel mali sistemden geçmeden doğrudan dağıtıma soktuğumuz parasal olmayan servet üretiriz. Kadınlar genç yaştan itibaren zamanının büyük kısmını, toplumun, aileleri ve topluluklarının üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamaya adarlar.

Öte yandan kadınların özerklik mücadelesinde gösterdiği yaratıcılığa karşın birçoğu buna ulaşmada kısıtlamalarla karşılaşır. Kadınları ücretli işe alabilmek için -yasa ya da gelenek uyarınca- baba, koca ya da ailedeki başka bir erkeğin iznini almasını şart koşan ülkeler, topluluklar ve aileler vardır. Ayrıca bir çok ülkede kadınlar erkeklerden daha az süreyle örgün eğitim alırken ve kız çocuklar okula devam etmekte zorluk çekerken, kadınların eğitim düzeyinin yükseldiği ülkelerde de istatistiklere göre aynı eğitim alt yapısına sahip erkeklerden ya daha sık işsiz kalırlar ya da belirgin bir şekilde daha az kazanırlar.

Üstelik, neredeyse dünyanın her ülkesinde yeniden üretim denen işlerden; çocuk, ev, koca, hasta ve yaşlı bakımından esasen sorumlu olanlar kadınlardır. Nitekim ekonomik özerklik arayışı içinde kadınlar, bakıcılık işlerini ve ücretli işi yürütemeye hazır olmak için daima bir yolunu bulup zamanlarını düzenliyorlar. Bu nedenle çoğunlukla, çocuklarını okuldan alma, bakıma muhtaç olanlarla ilgilenme vb. için kendilerine gerekli esnekliği tanıyan yarı-zamanlı ya da kayıt dışı işlere mahkum edilirler.

Mem û Zîn

Fîlmeke "Mem û Zîn" a Ümit Elçi Mem_u_Zin Memozîn an jî "Mem û Zîn" pirtûka herî girîng ya Ehmedê Xanî ye. Tê de esqa mezin nav Mem û Zîn te îfade kirin. Destana kurd ya netewî "Mem û Zîn", bi sedsalan di nav gelê Kurd de bi devkî û bi destnivîskî jiyaye. Pasê gelek caran hatiye çapkirin. Cara pêsîn di sala 1919'an de li Istenbolê; pasê di sala 1947'an de li Helebê, 1954 Hewlêrê, 1957 Şamê, 1960 Bexdadê, 1962 Moskovayê, 1968 Istenbolê, 1988 Ûrmiyê û 1995'an de li Swêdê li bajarê Uppsalayê û Şamê û sala 2006 an li Dihokê hatiye çapkirin. "Mem û Zîn", bi tîpên latînî cara pêsîn di sala 1968'an de, ji aliyê M. Emîn Bozarslan ve li Istenbolê hat çapkirin. Mamoste Bozarslan, bi munasebeta 300 saliya "Mem û Zîn"ê, ew bi tîpên latînî û bi sirovekirineke hêja di sala 1995'an de ji nû ve çap kir. Ev çap ji metnê orjînal û ji wergera kurdiya xwerû pêk hatiye.her weha nivîskarê kurd Jan Dost jî bi eynî munasebetê ev berhema hêja wergerande ser zimanê erebî û bi şiroveyeke berfireh. ku ew sê caran li paytexata sûriyê Şam û li Beyrûtê û li Dihokê jî hate çapkirin.

Mem û Zîn, Ahmed Hani'nin (Kürtçe:Ehmedê Xanî) 17. yüzyıl'da yazdığı ünlü manzum eseri. Kürtçenin Kurmanci lehçesiyle yazılmıştır.
Birbirine aşık olan ancak kavuşamayan iki gencin trajik öyküsünü anlatır. Bu hikâye milattan çok önceden bu yana halk arasında söylenen ve mitolojik nitelik kazanan bir destandır. Ozan bu destandan ilham alarak o hikâyeyi kendi çağının yaşantısına göre somut bir kalıba dökmüş, çağdaş bir uslupla yazmıstır. Bu suretle hem destanı kaybolmaktan kurtarmış, hem de insanliğa ölmez bir eser armağan etmiştir.
Bu eserde Mem ve Zîn'in aşkı etrafında çağının yaşantısını, o zamanın sosyal, kültürel ve idari durumunu da güçlü bir maharetle tasvir etmiştir.
İyiliği, doğruluğu, suçsuzluğu, zayıflığı ve çaresizliği Mem ve Zîn'in şahsında toplayarak; kötülüğü, dalkavukluğu, fitneciliği ve ikiyüzlülüğü de Bekir karekterinde somutlaştırarak gözler önüne sermişti.
(Kürtçe)
« Zîn bi findê re di peyive
Dem,şem'e di kir ji bo xwe demsaz
Ey hemser û hemnişîn û hemraz
Herçendî bi sohtine wekî min
Emma ne bi gotinê wekî min
Ger şibhete min te ji bi gota
De min bi xwe dil qewî ne sohta  »
(Türkçe)
«  Zîn muma sesleniyor
bazen mumu ederdi kendine muhattap
ey sır ve oturma arkadaşım,baş arkadaşım
gerçi yanmak yönünden benim gibisin sen'
fakat konuşma yönünden benim gibi değilsin
eğer sen de benim gibi söyleseydin
benim de gönlüm fazla yanmazdı »

FHKC'NİN 43. KURULUŞ YILDÖNÜMÜNDE GÖRKEMLİ KUTLAMA

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin on binlerce üyesi ve destekçisi bugün (11 Aralık Cumartesi) Gazze'nin Filistin Stadyumu'nda bir araya geldi, FHKC'nin kırk üçüncü kuruluş yıldönümü kitlesel bir miting ile kutladı




Filistin'in tüm kesimlerinden erkekler ve kadınlar, yaşlılar ve çocuklar, işçiler ve köylüler, mitinge katıldılar, Gazze Şeridi'nin her yerinden gruplar halinde geldiler- kızıl bayraklarla stadyumu doldurdular.

Mitingin ana konuşmasını yapan FHKC Politbüro üyesi Cemil Mecdelevvi, işgalciye karşı koymak ve tüm baskılar karşısında direnişi inşa etmek için Filistin ulusal birliğine olan ihtiyacı vurguladı. Filistin halkının silahlı direniş, halk direnişi ve ekonomik direniş dahil tüm biçimlerde direniş hakkının olduğunu ve direnişin işgale karşı tek çözüm olduğunun altını çizdi.

Mecdelevvi, Filistin halkının mücadelesi zararına zenginlik, güç ve nüfuz biriktirilmesini kınadı, bunun sadece işgalciye yaradığını söyledi. Hamas ve El-Fetih'i uzlaşma yönünde hareket etmeye ve Filistin halkının ulusal mücadelesini birinci öncelik yapmaya çağırdı.

Mecdelevvi, Oslo anlaşmalarından akan “müzakereler” ve “barış görüşmeleri” yolunu kınadı ve Filistin halk yığınlarının Filistin devrimci mücadelesinin yürüyüşünü sürdürmek için bu dönemden dersler çıkarmak için kolektif bir yeniden değerlendirmeye öncülük etmesi gerektiğini söyledi.

Mecdelevvi, FKÖ'nün halkı birleştiren bir şemsiye rolünü yerine getirmesi için demokratik olması ve Filistin ulusal hareketinin tüm parçalarını, demokratik seçimler ve nispi temsile dayalı olarak çoğulcu bir şekilde kucaklaması gerektiğini vurguladı.

FHKC 43 YAŞINDA
Mecdelevvi, Cephe'nin liderliğini ve tarihini selamladı, işgal zindanlarındaki Genel Sekreter Ahmed Sa'adat'ın ve tüm yoldaşların ve Filistinli tutsakların özgürlüğünü istedi ve önceki Genel Sekreterler Ebu Ali Mustafa ve George Habaş'ın mirasını selamladı. Gençlerin ve kadınların Cephe'nin ve Filistin hareketinin tüm faaliyetlerine ve her düzeyde katılmalarının gücünü ve önemini belirtti.

Eski tutsak Musab el-Beşir, tutsakların mücadelesi hakkında bir konuşma yaptı. Tüm güçleri Filistinli tutsaklar konusuna öncelik vermeye çağırdı ve iç bölünmeye son vermenin bir örneği olarak tutsaklar hareketine dikkat çekti. Siyonist zindanlarda tutsaklara karşı işlenen sürmekte olan suçları ve kötü muameleyi ele aldı ve 43. yıldönümünde Cephe'nin tutsak yoldaşlarına ve Filistin halkının tüm tutsak evlatlarına olan bağlılığını vurguladı.

Viladimir İliç Lenin - Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı [*]

13 Kasım 1905 tarihinde
Noveya Zhizn, Sayı: 12'de yayınlandı.
Rusya'da Sosyal-Demokrat çalışma için Ekim Devrimi'nden[2*] sonra ortaya çıkan yeni koşullar parti edebiyati sorununu gündeme getirmiştir. Yasal basınla yasadışı basın arasındaki ayrım; feodal, otokratik Rusya döneminden kalan bu hazin miras, artık ortadan kalkmaya başlamıştır. Ancak henüz yitip gitmış değildir, buna daha çok zaman var. Başbakanımızın ikiyüzlü hükümeti hâlâ öylesin azgın delilik halinde ki, Izvestia Soveta Rabochikh Deputatov,[3*] "yasadışı" basılıyor; ne var ki, hükümetin engelleyecek gücü olmadığı bir şeyi "yasaklamak' için başvurduğu budalaca girişimIer, hükümeti rezil etmekten, daha çok manevi darbeler almasına yolaçmaktan başka sonuç vermiyor.
        Yasal basınla yasadışı basın arasında bir ayrılık sürdüğü sıralarda, partili basın ile partili olmayan basın sorunu, çok basit ve çok yanlış, saçma bir biçimde çözülmüştü. Bütün yasadışı basın, örgütlerce yayınlanmakta ve şu ya da bu partili gruba bağlı gruplarca yürütülmekteydi. Bütün yasal basın partili olmayan basındı (çünkü partiler yasaklanmıştı) ama, şu ya da bu parti çevresinde "yoğunlaşmalar" vardı. Doğal olmayan yakınlıklar, garip "dostluklar", sahte dayanışmalar kaçınılmazdı. Parti görüşlerini dile getirmeye çalışan kimselerin zoraki sakınganlıkları ile bu düzeyde görüşlere henüz ulaşmamış kimselerin fikir zayıflıkları ya da fikir korkaklıkları birbirine karışmıştı.
        Ezopça bir dilin, edebi tutsaklığın, kölece nutukların ve ideolojik kulluğun sürdüğü, lanet olasi bir dönem! Rusya'da taze ve canlı ne varsa hepsini kurutan bu pis havaya proleterya bir son verdi. Ama Rusya'ya bugüne kadar ancak yarı özgürlüğünü kazandırabildi proletarya.

Ş e y h B e d r e t t i n D e s t a n ı - TUNCEL KURTİZ' İN SESİNDEN





MusicPlaylistView Profile

Bir Sınıfsal Mevzilenme Mekanı Olarak Kent Agora-Toplusözleşme-Yönetişim Nuray Sancar


Paris Komününden sonra, Vali Baron Hausmann, tehlikeli sınıfları kent merkezinden uzaklaştırmak ve kenti ayaklanmaya uygun koşullardan temizlemek için büyük bir operasyona girişmiş, ana caddeleri barikat savaşlarını olanaksız kılacak biçimde genişleterek Parisi yeniden düzenlemişti. Bu tarihsel olay, kent tasarımının siyasal bir kaygının ürünü olduğunun somut bir kanıtı olarak her zaman hatırlanır.

Eski Grek demokrasisinin bir veçhesi, doğrudan katılımın ve kamusal yaşamın aleniyetinin platformu olarak tanımlanan agoranın kuruluş ilkeleriyle, Paris sokaklarının ve meydanlarının düzenlenmesindeki temel kriterin öze ilişkin benzerliği, siyaset ve kent arasındaki ilişki hakkında söyleneceklerin kalkış noktasını oluşturur. Agoralar, katılım sürecinden dışlanan kölelerin dışındaki sınıflara ait bir demokrasinin simgesiydi. Parisin genişletilen caddeleri de, varoşa sürülen alt sınıfların dışında kalanlar için hazırlanan demokrasiye uygun bir mekân tasarımının referansları arasına girdi. Hem eski demokraside hem de Fransız ihtilaliyle başlayan modern demokraside başlıca kaygı, sınıf ilişkilerinin denetim altına alınabileceği bir kent tasarlamak ve kurmaktı. Ancak devrimden sonraki süreçte, bu ilişkinin basit ve mutlak bir biçimde tek taraflı bir tasarrufla düzenlenemeyeceğini kanıtlayan sosyal gelişmeler kentin sadece mimari tasarımlarla gözetim altında tutulamayacağını da düşündürüyordu. Bu bakımdan kent, özellikle geçen yüzyılda sınıf ilişkilerinin mimari düzenekler dışında başka araç ve yöntemlerle düzenlenmesinin deneyim alanlarından biri haline geldi.
20. yüzyılda kentte yapılan düzenlemeleri iktidardakilerin alt sınıfları siyasal süreçlerden; gitgide metaforik olarak başka ilişkilere yaygınlaşan agoradan (meydandan) dışlama kaygısının ürünü olarak görmek gerekir.

Hakkari'de Bir Mevsim (1982)

Yönetmen : Erden Kıral
Senaryo Yazarı : Onat Kutlar
Tür : Dram , Politik , Tarihi
Ülke : Türkiye
Süre : 100 dk.
Müzik: Timur Selçuk
Oyuncular: Genco Erkal, Şerif Sezer, Erkan Yücel,
Konu : Bir köyde bir mevsim boyu öğretmenlik yapan ve o yörenin insanlarıyla, sorunlarıyla özdeşleşen bir aydının öyküsü.